Yaşamın bir rüya olduğu zamanlar

‘Yaşam bir rüyadır, bizi uyanmak öldürür.’ Ursula K. Le Guin (onu da kaybettik)

***
Roger-Pol Droit’nun ‘Filozoflar Nasıl Yürür’ kitabını okurken (hepkitap, çeviren: Yavuz Baran) daha önce adını hiç duymadığım bir Macar filozofla, Alexandre Csoma de Korös’la karşılaştım ve Ursula K. Le Guin’in sözünü ettiği ‘rüya’nın peşinden koşan bu ‘gerçekçi’ adamı sizlere tanıtmak istedim. Gerçekten de pek tanınan  biri değildi Alexandre Csoma de Korös. Kitabın yazarı da ‘filozofun’ makus kaderini bildiğinden olsa gerek, bu bilinmezliğe dair bir iki paragraf ekleme ihtiyacını duymuştu.
Gelelim rüyaya… Soylu ve aynı zamanda çok yoksul bir aileden gelen Alexandre’ın dil felsefesine ve dillere duyduğu ilgisi de düşünüldüğünde, en büyük merakı, Macar dilinin kaynağını bulmaktı. Öğrenimini devam ettirebilmek için olmadık şeyler yapmış, başarmıştı da.  Bursla okurken temizlik işleri yaparak hayatını devam ettirmiş, bu arada Latince, Yunanca, İngilizce ve Almanca gibi dilleri ana dili gibi öğrenmişti. Macar dilinin kaynağını bulma rüyası ise hiç bitmemişti… Ana dilinin Moğollar’dan geldiği düşüncesini içinde taşırken, Karpatlar’dan Moğolistan’a gitmeyi aklına koymuştu bile. Ancak parası olmadığı için ona tek seçenek kalmıştı: Yürümek…
Himalayalar’a üç yılda vardı Alexandre Csoma de Korös. Rüyası dillerdi onun, bu yüzden geçtiği bölgelerdeki dilleri de kapmıştı. Türkçe ve Farsçayı da öğrendi. Tibet yollarına kendini vurduğunda ise, çıkınında hem Budizm hem de Tibetçe vardı. Dile kolay yedi yılını almıştı bu çaba. Yine de rüya rüyaydı. Macar dilinin kaynağını bulacaktı! Ancak araya başka şeyler girdi. İngiltere’nin 19. yüzyılda bölgede oynadığı kumar onu da etkisi altına aldı. İngilizler zamanında ona verdikleri eğitim bursunun karşılığını ödemesini istediler. O da yıllar süren bir çabayla Tibetçe-İngilizce bir sözlük hazırladı. Velhasıl, ömrü Macar dilinin Moğollar’dan gelip gelmediğini bulmaya yetmedi ama yolda olmanın anlamını hatırlatan yaşamı, onu, yaşamının bir ‘rüya’ kahramanı yapmaya yetti de arttı bile. Bazen galip sayılırsınız ya mağlup olduğunuz yolda, kanımca onunkisi de öyle bir galibiyetti işte.
Neden mi? Gelin kitaptaki satırları birlikte takip edelim:
‘Bariyerlerin ortadan kaldırıldığı bir ufkun oluşumuna ve her iki coğrafyanın (Avrupa ve Asya) nasıl bu kadar farklı düşündüğünün anlaşılmasına katkıda bulunmuştu. Zira Avrupa metafiziği ve Tibet antimetafiziğinde ne özne ne nesne, ne varlık ne yokluk, ne süreklilik, ne uğranılan inkıtalar, ne zaman ne de sonsuzluk kavramlarında aynı şeyler anlaşılırdı.’
Bunu ‘artısı ve eksisiyle’ ilk olarak keşfeden Alexandre’dı. Tamamen mi diye soracak olursanız bunun cevabı olsa olsa ‘kısmen’di ve böylesi bir ‘gerçek’ keşfedilecek yeni sayfaları beklemekteydi. Zira yol tamamlanmamıştı…
Peki o yol neydi?
Dünyanın hiçbir yerinde ‘aynılık’ söz konusu değildi ve düşünce, heyecan, merakla örülü bir keşfe muhtaçtı. İşte belki o zaman hızdan değil anlamaktan, kazanmak değil paylaşmaktan, savaştan değil uzlaşmaktan bahsetmek mümkün olacaktı. Ve yaşlı dünyamızın tank, tüfek, füzelere değil sanata, bilime, düşünceye ihtiyacı vardı. Hemen her zaman olduğundan çok daha fazla… Gerçeğin ne olduğunu anlayabilmek ve boş cümlelerle kendimizi oyalamamak için. Yaşamın bu anlamda tam da bir rüya olduğunu, hayallerimizin o rüyayı beslediğini yeniden ‘hatırlayabilmemiz’ için. Bir roketatarla ‘uyanmamak’, ve burası kanımca çok net; ölmemek için…
Meraklasına not: Aleksandre’ın açtığı yol  sayesinde, Moğollarla Macarların ortak bir kökene sahip olduğu hipotezinin doğru olmadığı ortaya çıktı. Macar dili, kaynağını Asya’dan alan bir dil değil, Avrupa’nın kuzeyinden serpilen bir dil bileşeninin uzantısıydı. Yeni sayfalar diyoruz ya, o yeni sayfalar için ihtiyacımız olan nedir sorusunun cevabı Alexandre Csoma de Korös’un sabır dolu çabasında saklıydı. O ve onun gibilerin tutkulu, sabırlı, keşfe dayalı anlama çabasında.