17/10/2016
‘Adalet için yazıp adalet konuşup üç öğün adalet yemenin vakti geldi de geçmiyor mu? Adaletsizliklerin, beyaz siyah herkesin ayrı ayrı adalet acısı çekmesinin sonu gelmeli.’ Eray Çakar, İstanbul, Özel Darüşşafaka Eğitim Kurumları
Yukardaki cümleler Günışığı Kitaplığı’nın artık gelenekselleşen Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın genç yazarlarından birine ait. Eray’ın cümleleri, bu seneki adalet temalı yarışmanın ana fikrini vermesi açısından son derece anlamlı. Türkiye’nin dört bir köşesinden akın akın gelen genç yazarların öyküleri, ülkemizde giderek belirginleşen adalet yoksunluğumuzu vurgulayan genç, diri metinler. Daha da özünü söylemek gerekirse: ‘Adalet Yok!’ diyorlar.
Türkiye’nin hemen her yerindeki 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerine açık olan yarışmadaki öyküler, adalet yoksunluğu kadar savaşın dehşetini, çocuk yaşta zorla evlendirilen kızların dramını, aile içi şiddet ve tacizi de anlatıyor. İşsizlikle ağırlaşan yaşam koşullarının insanları nasıl da çaresiz bıraktığını tartışan bu taze kurgular, yoksulluğun yol açtığı çaresizliklere, mültecilere, çocuklara, engellilere, kısaca o ya da bu şekilde ötekileştirilenlerin dünyasına bakmayı da unutmamış.
Özetle söylemek gerekirse, etrafları yalanlarla çevrilmiş olsa bile, gençlerin yaşamla kurdukları bağ ve bunun öykülere yansıyış biçimi, yaşadığımız ülkenin gerçekleriyle yüzleşmeye hazır olduklarını gösteriyor. Kaçınılmaz olarak, yaşamakta olduğumuz savrulmaların da izini taşıyor. Örneğin bu metinlerde haksızlık ve adaletsizlik arasındaki farkın çok da belirgin olmaması, aslında, yaşamakta olduğumuz günlerin bir yansıması değildir de nedir? Haksızlık diyerek yollara düşen ve adaletin çizdiği yolu hiçe sayan zihniyetlerin varlığı bu kadar egemenken, başka ne olabilirdi? Ya da adaleti hep kendine göre yontan iktidar aygıtları bu kadar laf ebesiyken?
Hayır diyebilmek
Genç öykülerin genç sahiplerinin ödüllendirildiği bu seneki Zeynep Cemali Konferansı’nda, yine önemli konular önemli konuklarca mercek altına alındı. Yazar Mario Levi ‘Edebiyat, hayır demektir. Hayır demenin bedelini göze almaktır. Bunu yaparken, kibirden uzak ve samimi olmalıyız’ derken, bugün dünyanın her yerine bulaşmış olan sıradanlığın edebiyata da bulaşmış olmasından duyduğu rahatsızlığı belirtti ve ‘bir takım yazarlar parlatılırken, hapishanedeki yazarlara sessiz kalınmasını kabul etmiyorum. Bu, edebiyat onuruna yakışmaz. Sen ben yoktur, sadece edebiyat vardır” diyerek edebiyatın gerçek işlevine, yani ‘çoğulluğa’ vurgu yaptı.
Yazar Sema Kaygusuz ise, ‘Edebiyatın Kırılgan Yüzü: Hayat’ başlıklı konuşmasında edebiyat ve güzellik ilişkisinden söz etti ve ‘Edebiyat, sadece hezeyan değildir, aynı zamanda hezimettir. Edebiyat, ölebilen bir şey değildir’ diye konuştu. Kaygusuz, ‘Gelgelelim, güzelliği olmadan, edebiyata katlanamayız. Nedir bu güzellik? Bir sırdır. Güzellik, ruhun bilgisidir. Ülkenin en iyi huylu gençlerinin bombalandığı, gazetecilerin, yazarların tutuklandığı böyle ortamlarda güzellik ister istemez tartışmalı hale gelir. Bugün elimizdeki yazı, buhranlı bir edebiyattır’ diyerek yaşadığımız zamanların edebiyat, sanat, kültür ve yaratıcılıkla kurabileceği kırgınlığa ve kırılganlığa değindi.
Adaletsiz günlerden geçerken bir başka genç yazarın, Zehra Bayraktar’ın sözleriyle bitireyim bugünkü yazımı: ‘Adalet cezalandırmak mıydı, acıları kaldırmak mı?’
Bugünkü haliyle söyleyecek olursak sadece cezalandırmak, kinle cezalandırmak, şuursuzca cezalandırmak… Ancak adaletin bu olmadığını hemen hepimiz biliyoruz.
***
Haldun Taner’in büstünü parçalayanlara ise sözüm sadece şu: Onun bir tek öyküsünü okumuş olsaydınız… Ah tek bir öykü! O zaman kendinizi parçaladığınızı anlardınız.