29/05/2016
‘Başka bir dünya mümkün ve gerekli’
Ken Loach
Yönetmen Ken Loach, ‘I, Daniel Blake’ (Ben, Daniel Blake) filmiyle 69. Cannes Film Festivali’nde ‘Altın Palmiye’ ödülünü kazandıktan sonra bir konuşma yaptı. Söyledikleri dünyanın değişmesine yönelik çok önemli mesajlar içeriyordu.
Evrensel Gazetesi’nden Arif Bektaş’a verdiği röportajda ise filmlerin sadece hikayelerden ibaret olduğunu, hatta insanlara cesaret verdiğini ama asıl değişikliği insanların kendilerinin yaratabileceğini söylüyordu.
Bu noktadan yola çıkarak, burada defalarca yazdığım bir hususun altını yine çizmek isterim.
Hannah Arendt, ‘Geçmişle Gelecek’ adlı kitabında günlük deneyim içerisinde gerçek dediğimiz şeylerin, kurgudan bile daha garip tesadüfler sayesinde meydana geldiklerini dile getirir. Onun ‘sonsuz ihtimal’ dediği de budur. Yine de temkinlidir Arendt. ‘Terazinin kefesi felaketten yana ağır bastıkça’ der, ‘özgürlüğün kendini gösterebilmesi için yapılması gereken işler de o denli mucizevi olur. Çünkü otomatik olarak meydana gelen ve o nedenle de karşı konulmazmış gibi görünen, her zaman için felakettir, kurtuluş değil.’
Bakınız, bugünkü hallerimiz.
Bu dönüşüm ve değişmenin insandan bağımsız düşünüldüğü koşullarda, yani insanı yok sayan, insanı bir kurban gibi göstermeye meyilli durumlarda, Arendt’in dilinde ‘yarının düne benzeme olasılığı, ezici bir olasılıktır.’ Teslimiyet kültürü, elimizi kolumuzu bağladığında, yeniliriz.
Bakınız, bugünkü hallerimiz: Teslimiyetçi, mutsuz. Omuzlar insin kalksın; ‘hıh, ne değişir ki bu ülkede!’ hali. Tedavülden çoktan kalkması gereken o biteviye soru: ‘Zaten bu ülkede her şey eskiden de böyle değil miydi?’, ‘Geçmişi zemzemle aramıyor muyuz?’ sorularının cevher sorularmış gibi ortada dolaşması.
O geçmişte yaşı büyülterek asılan çocuklar çoktan unutulmuş, gencecik çocuklar ipe gitsin diye o ‘çok iyi’ milletvekillerinin attığı imzalar buhar olmuş, varsa yoksa bir nostalji, bir nostalji. İyilikle sırlanmış o mazide, resmen icraatıyla bugüne mühür basmış ‘o iyi kalpli politikacıları’ bir çırpıda sıralama hali. Radyasyonlu çayları içer gibi kana kana, geçmişi, özlemle, ah ah diyerek yudumlama pratiği. Ve ufka bakılarak sorulan o meşum soru: Ne olacak bu ülkenin hali?
***
Gezi direnişinin üçüncü yılına ulaşıyoruz. Oradaki mesajları unutmuş gibi bir yaşama savrulmuş olsak da, o mesajlar unutulmuş falan değil.
Tekrar tekrar yinelemekte fayda görüyorum: Mucizeleri insanlar gerçekleştirir. Arendt’in diliyle de söyleyecek olursak: ‘Özgürlük ve eylemde bulunma yetisi gibi bir çifte ihsan sayesindedir ki insanlar kendilerine ait bir gerçekliği kurmaya muktedirlerdir.’
‘Bağzı şeyler,’ ancak biz istersek değişir. İşte o zaman başka bir dünya mümkün olacak demektir. Şarkıdaki ‘niye seçti kader beni anlayamadım’ sorusunun yanıtını ise size bırakıyorum.