Akdenizli olmak

Zeljka. Z’nin üzerinde çanak şeklinde bir şapka var.

Bu yüzden adı, z’lere tuhaf bir vurgu yapılarak söylenen Hırvatça’nın ötesinde farklı bir yer ve zamanı çağrıştırıyor bana. ‘J’ ile ‘y’ nin arasında gezinen haylaz, ele avuca sığmaz bir ‘z’ bu, kafam karışıyor. Baktı ki zorlanıyorum, ‘Takma kafana, iyisi mi sen bana Arzu de’ diyor. Hırvatistan’da, bir Hırvat öğretmenin açtığı kursta Türkçe öğreniyor bir senedir: ‘Been Türkçe biliyom ama az.’ İki kere Türkiye’ye geldikten sonra İstanbul’u ruh evi olarak anmaya başlamış. ‘Yok böyle bir şehir’ diyor. Cep telefonunda Galata Kulesi’nin fotoğrafı var. Ferhat Göçer hayranı, şarkılarını ezbere biliyor. ‘Bir tane söylesene,’ diyorum öylesine. Başlıyor söylemeye ‘Kalp Kırılsa da Sever…’ 50 yaşın bütün güzelliği ve alımıyla gülüyor bana. Split’te antik taşlara yaslanmış bir kafenin fon yaptığı bu gülüş ilerde yazılabilecek bir öykünün içinde gezinmeye başlıyor. 50 yaşın bir kadın için kerameti ayrı, ama gerçekten cazibeli bir kadın şu Arzu.

Sohbet ilerledikçe Avrupa Birliği’nin bu küçük ülkeye 2013 müjdesi, ‘Hırvatistan’a evet’ yeşil ışığından bahsetmek farz oluyor. Yüzünü buruşturuyor. ‘Ne, ne, ne’ (Hayır, hayır, hayır). ‘Biz zaten Avrupa’nın ortasındayız, Avrupa Birliği bize üye olsun!’ diyor gülerek. Split’te doğmuş, büyümüş, dünyanın birçok yerini gezmiş, üç çocuk doğurmuş, kocalar eskitmiş Arzu, insanın insan olduğu için insan yerine konacağı bir dünyayı özlüyor. ‘Avrupa Birliği bunu bize verebilecek mi’ diye soruyor. ‘İnsanı insan yapan değerlerin Euro olarak karşılığı nedir?’ Yüzüne bakıyorum: ‘Bilebilsem yırtacağım ama bende de cevap maalesef kaput’ diyorum.

Arzu, Hırvatistan’ın kendine özgü doğallığını bir çırpıda sıralıyor: Musluklarına daya ağzını su iç, hormonsuz domates ye, bağından şarap yap, grappa yap, ağacından inciri topla, incir reçeli yap sat… Bunlar kalmayacak’ diyor üzülerek. ‘Kalsa da ne kadarı bize özgü olarak kalacak?’

‘Yine de Avrupa Birliği’nin kriterlerini, o meşum 35 fasılı başarmış olmanız muhteşem’ diyorum. ‘Türkiye ile aynı zamanda yola çıkıp 35 mâniayı atlayıp ipi göğüslemek gerçekten takdire şayan!’ Türkiye’nin sadece tek bir fasılı hayata geçirebilmiş olduğunu da hatırlatıyorum bu arada. Hatta bunu bir futbol maçı gibi de düşünebileceğimizi belirtiyorum. ‘6 yıla yayılacak 35 vuruşta kaleye sadece 1 gol isabet ettirebilmiş Türkiye’ diyorum. ‘Hırvatistan’ın ise attığı bütün şutlar gol olmuş!’

Derdim Avrupa Birliği filan değil, Arzu’ya da söylüyorum bunu. Müslüman-Hristiyan ayrımına da hiç girmiyorum. O harcanan enerjiyi düşünüyorum sadece… Madem hedefte bu vardı o zaman bir ülkenin daha özenli olması gerekmez miydi? Daha tutarlı, daha disiplinli, daha özgüvenli politikalar geliştirmesi? Şu an müzakereler durmuş durumda ve elimizde ne var? Sadece hayal kırıklığı. Hayal kırıklığı bir ülke için hiç de iyi bir motivasyon sayılmaz. Donuk, içinde her türlü netameli soru işaretinin üreyeceği bulanık bir sudur hayal kırıklığı. Tıpkı hayal kırıklığına uğramış insanlar gibi o insanları bekleyen tekinsiz ufuklar demektir. Hep karşındakini suçlamak ve kendini delicesine aklamaya çalışmak… Sonunda varılan yerse hep bellidir. Büyük bir kısır döngü: Bize bizden başka dost yok!

‘Boşver’ diyor Arzu efkârlandığımı görünce. Oysa Avrupa Birliği konusuna kadar gerçekten pek iyiydim! Tekrarlayıp duruyorum ‘Onca emek, onca zaman…’ ‘Gel bak sana başka bir şarkı söyleyeyim. Bir ara Türk kahvesi yapar fal da bakarım!’ diyor ısrarla Arzu. Sonra başlıyor söylemeye: ‘Götür Beni Gittiğin Yere.’ Ben de onunla mırıldanıyorum bu kez.

Gün bitiyor, bizde dedikodu bol, konuş babam konuş, gevezelik bitmiyor. Sanki yıllardır, hatta asırlardır birbirimizi tanıyoruz. Akdenizli olmak böyle bir şey! Buna başta Avrupa Birliği olmak üzere çağımızın hiçbir resmi kurumunun akıl sır erdiremeyeceğini düşünüyorum.