Araya kedi girdi…

Değerli okurlar, biraz kafamız dağılsın istedim bugün. Bana ‘nasıl gidiyor?’ diye soran arkadaşlarıma ısrarla ‘fena gitmiyor’ demek için verilmiş bir söz olarak da kabul edebilirsiniz bu kedili yazıyı.

Tutarlı bir biçimde bana gönderilen dergilerden birisi de Yasakmeyve. Değerli dostum Enver Ercan ve Don Kişot ekibinin yıllardır gözlerini karartarak çıkarttıkları bu şiir ve edebiyat dergisi son sayısını Şükrü Erbaş’a ayırmış… Yasakmeyve’nin bu sayısını alın okuyun derim. Ancak dergiyle birlikte elime ulaşan ve bugünkü yazımın konusu hâline gelen bir ek var ki… Yasakmeyve tamam, ama o eki mutlaka okumalısınız!

Altay Ömer Erdoğan’ın ‘kedili yazılardan’ derlediği ve Picasso’nun kedi eskizleriyle sizi karşılayan bu ekte kedilerin insanlarla açtıkları ‘pati’ka kadar edebiyatta açtıkları patika da önemlidir diyor Erdoğan ve kedinin en çok yalnızlığa seslendiğini söylüyor.

Aslında ‘sahip’ kim?

Salah Birsel, ‘Kediler’ adlı 28 sayfalık meşhur denemesinde kedi adlarına, kedi sahiplerinin yaşadığı maceralara atıfta bulunurken, aslında kimin ‘sahip’ olduğu sorusunu da bir biçimde dile getiriyor. Kedileri olan ressamların tablolarında ‘kediler çok gelir çok gider’ diyor Birsel. Öte yandan yazarların da kedilerden insanlar gibi konuşan yaratıklar diye söz ettiğine değiniyor. Dahasını da söylüyor: Suares’e göre Sokrates, Voltaire, Proust, Melville ve Shakespeare kedilerin karşılaştırmalı edebiyat okumuş ve felsefe öğrenimi görmüş yaratıklar olduklarına inanırmış. Colette ise sıradan bir kedi olmadığını, bahtsız, ikiyüzlülük yapmak zorunda kalmış, iyi anlaşılmamış kediler olduğunu düşünürmüş.

Haydar Ergülen ‘Bana Bir Kedi Yaz’da kediler üzerine yazmanın aşk üstüne yazmaktan daha zor olduğunu söylüyor. İnsanları ve belediyeleri duyarlılığa çağırdığı ‘Kuşüzümüdür Kediler’ yazısına ithafta bulunarak diyor ki: ‘Küçücük bir kediyi elinize aldığınızda, yalnızca onun kuşüzümü yüreğini değil, korkusunu da hissedersiniz. Kedilerin korkusu insandan, kuşların, köpeklerin korkusu insandan, insanın korkusu insandan…’

Bilge Karasu ise Göçmüş Kediler Bahçesi adlı kitabında ‘Kedilere benzeyebilseydik keşke’ diyor. ‘Öyle diyesim geliyor sık sık bu son yıllarda. Yaşadıkları anın iyice farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç… Uykularının hangi katındalarsa, o katın uykusunu yaşarlar. Bizlerse, uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak bir noktaya varmak üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi unutuveriyoruz.’

Erişilmez kişilik!

Ya ‘Kedi Mektupları’nda Oya Baydar’ın şu cümlesine ne dersiniz:

‘Kedilerle insanlar arasındaki en büyük fark bu işte: Biz yaşıyoruz, onlar hayatlarıyla dövüşüyor.’

Enis Batur, ‘Kediler Krallara Bakabilir’de ‘Her şey iyi de diyeceksiniz, kedi sevmek nedir?’ diye soruyor. ‘Sahip olmayı yadsıyarak, ya da, sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir’ diyor sonrasında. Ardından bir cümle daha geliyor: ‘Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz!’ insan.

Turgut Uyar ‘Terziler Geldiler’ şiirinde ‘Kedinin varlığı erişilmez kişilik’ diyor.

Zülfü Livaneli, Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm’de: ‘Oysa şimdi bir kediyim ben’ dedirtiyor kahramanına. ‘Uzak, denetimli, soğukkanlı ve güçlü bir kedi.’

Bülent Ortaçgil ise o çok bildiğimiz şarkısında ‘Hangi kedileri seversiniz’ diye soruyor.

‘Hangi kediler gibi

Yaşamak istersiniz?

Sevimli, uslu, sesli, hırslı

Hangi kedilerdensiniz?’

Bugün kedilerin gözlerine bir bakın olur mu?