Askerin düşü

‘…Ne kadar terörle mücadele dense de değil. Devletin yaptığının ne olduğunu pek anlamış değiliz. Bunları aramızda pek konuşmazdık. Bahar ayıydı. Kırmızı bir gül vardı, komutanıma verdim. Tam çıkaramayacağım ama üstü kapalı savaştan konuşuluyordu. Komutana gülü verip ben bunu istiyorum dedim. Baktı, gülümsedi, ne demek istediğimi anladı. Gönül ister ki askerlik serbest olsun. İsteyen varsa savaşı, gitsin kendi savaşsın.’

Yıllar önce Nadire Mater’in askerlerle görüşüp hemen her görüşteki askeri bizlerle buluşturduğu bir çalışması vardı: Mehmedin Kitabı. Yukardaki satırlar oradan. Bir askerin savaşmak yerine sevgiyi özlediği, özlerken bile bunu söze dökemediği o 18 aylık suskunlukların birinden.

Kitapta kendisiyle görüşülen erkeklerin en önemli ortak yanları askerliklerini Güneydoğu’da yapmış olmalarıydı. Kitabın basılma yılı olan 1998’de, taa o zamanlarda, ‘bitsin bu savaş’ mesajını veriyorlardı bize bu insanlar.

Tahmin edeceğiniz gibi kitabın başına gelmedik kalmadı! üstelik o zamandan bu zamana ne çatışma bitti, ne de gerilim. Açılım maçılım derken karşılıklı şiddetin kaptan kaba döküldüğü, söz konusu çatışmanın küçücük çocuklara sirayet ettiği, derken bu çocukların terörist muamelesi gördüğü, gencecik insanların öldüğü ya da psikolojik olarak ciddi hasar aldığı, akıllara durgunluk veren bir açmazın patlak verdiği, farklı gibi görünen ama aslında aynı şiddet havasını soluyan bir dönemden geçiyoruz yine -ve hâlâ. Kitap 1998’de basılmış… Oradan buraya.

Vicdani ret haftasını etkinliklerle değerlendiren bir gündem kapımızı çalar çalmaz ilk başta bu kitap geldi aklıma. Bu kitabın ardından çok değerli çalışmalar çıktı. Ama ben Mater’in kitabını hem yaşamın içersinde olması itibariyle hem tarafsız bir gözle askerliği, kısaca militarizmi insani bir paydayla bize sunabilmeyi bu denli yalınkat başarmış olması açısından ayrı bir yerde tutarım. Ve kitap farklı dönemlerde elime her değdiğinde erkeklikle askerliğin kurduğu denklemi sorarım kendime. Ardından tıpkı kadın olmak gibi erkek olmanın da şartlarını düşünmeye başlarım. Bunların arasında savaşmak, şiddet, silah gibi insanın iç dünyasını allak bullak edecek etapları hatırlar, hiç değilse 21. yüzyılda savaşarak sınırlara sahip olmak yerine anlaşarak diyaloğa girebileceğimiz insanlararası, hatta ülkelerarası diyaloğu hayal ederim. Ancak hayal edersek gerçeği inşa edebileceğimizi hatırda tutarak…

Bu hafta boyunca bu hayali çok net bir biçimde içimde taşımaya kararlıyım. Belki bu surette çoğalırsak savaşın ve militarizmin insan ruhuna aykırı bir yaşam biçimi olduğunu ülkemize ve dünyaya daha yüksek sesle anlatma şansımız olur.

Yine bahar. ülkemizin 21. yüzyılda ihtiyaç duyduğu demokrasidir, yaşamdır, bireylerden oluşan ve konuşmaktan korkmayan bir toplumdur. özlemimiz budur, umudumuz bu. İsteyen varsa savaşı, gitsin kendi savaşsın. Genç insanları ölüme göndermeyelim. çünkü hayat biriciktir.

***

Şiddete karşı önemli bir dayanışma örneği: Kadın cinayetlerine dur demek isteyen kadınlar 12 Mayıs’ta karar duruşması gerçekleşecek olan Ayşe Paşalı’nın anısına 11 Mayıs günü saat 19-24 arası (dün) Taksim Meydanı’nda, Ankara’da, Van’da, Sinop’ta, Urfa’da, Diyarbakır’da, Adana’da, çanakkale’de, Trabzon’da, Antep’te, Samsun’da buluştular. Bugün de saat 7-12 arası yeniden bir araya geliyorlar. Mesaj çok açık: ‘Biz kadınlar kadın cinayetlerine karşı, birlikte, Ayşe Paşalı duruşmasından çıkacak kararı, kadın cinayetlerini görmezden gelen yasama, yürütme, yargı organlarını, siyasal partileri, medya, demokratik örgütler ve tüm toplumun kadın cinayetlerini durdurmak için harekete geçmesini beklemek üzere nöbette olacağız.’

Teşekkürler kadınlar.