Başarı

‘Önemli olan çok çalışmak değil, düzenli ve planlı çalışmaktır’ diyen Ahsen Zeynep Kaya, kitap okumaya da vakit ayrılması gerektiğini vurguladı.’

2017 YGS birincisi.
Kitap okumak!
Çalışmayı sadece ders kitapları ve bir yarış olarak gören, gösteren bir sisteme, gençliğin içinden gelen güzel bir cevap. Bir kız çocuğunun YGS gibi belalı bir sınavda göstermiş olduğu bu başarıyı taçlandıransa, hiç kuşku yok ki söz konusu başarının Bingöl’den gelmiş olması.
Peki tam da burada ne yapacağız?
Kaya’yı içtenlikle kutladıktan sonra, sınava bir dakika geç kaldığı ve bu yüzden sınava alınmadığı için intihar eden gencecik bir başka kız çocuğunu hatırlayacağız.
Dahası sınavda yeterince başarı gösteremedi diye hayatı kararan, ilk basamağı aşamadı diye ailesi tarafından hırpalanan gençleri de. Yaşamı ak ve kara, yarışyarışyarış diye diye algılatan bir sistemin gelgitlerini ve hezeyanlarını da elbette.
Başarı nedir sorusuna, yarıştır, daima bu yarışta başta olmaktır ve elbette yarışın en birinci kuralı da daha çok para kazanmaktır, alınacak güzel evler ve sosyetik arabalardır; dahası elde edilecek güçtür; dahası ezberdir, kulluktur fikriyle yaklaşan bir ABC’nin lime lime halini ve sonrasında bu ABC’nin yetiştirdiği, gölgesinden korkan, bilgiyi bir amaç değil bir araç gibi hınzırca kullanan, başkalarını geçmeyi bir hayat felsefesi sanan, komşu, hısım akrabaya bununla poz kesen ve para kazanmayı, üstelik çok para kazanmayı hedeflemiş insan tipini de HATIRLAYACAĞIZ.
***
‘Yahu, başarının ölçütü bunlar değil’ diyerek şimdi bu sonuçları yeniden düşünelim ve başa dönerek Ahsen’in sözünü ettiği kitaplı ve okumalı, planlı programlı bir eğitim sistemini hayal edelim:
YGS sözel sorularının büyük bir bölümü genel hayat bilgisi ile çözülebilecek sorular. Haftada doğru dürüst bir-iki kitap (doğru dürüst özellikle kullandığım bir sıfat burada) okuyan bir çocuğun son senede sınava odaklanmışken bile akıl yürüterek çözebileceği bir mantığa sahip. Eğitim sistemi, ta en başından, çocukları ezberletmek yerine düşünmeye ve akıl yürütmeye yöneltecek, sonuca değil analitik bir sürece odaklanacak planlı bir program takip etse, zaten sorunun en önemli bölümü kendiliğinden çözülmüş olacak. Kitap okumamak kadar, okuduğunu anlamamak gibisinden yaşadığımız Türkiye çapındaki büyük açmaz, konserve saatlik sınavlarda değil (ki çözülmüyor, çözülmesi mümkün değil, kimse kimseyi kandırmasın) okul sıralarında, yıllara ve zamana geniş geniş yayılarak berekete dönüşecek. Okuduğunu anlayan ve düşünmeye başlayan insanlarsa ne matematikten korkacaklar, ne denklemlerden, ne sanattan, ne coğrafyadan ne de geometriden. Gerçek bilginin onlara açacağı ufuktan ürkmeyecekler, yaşamdan ürkmedikleri gibi.
Bu zihniyetle yetişmiş ana ve babalar ise çocukların alt tarafı bir sınava girdiğini bilecek ve hayatı bu gencecik çocuklara zehir etmeyecekler. (İşin aslı sürece odaklı bir eğitim sistemi olsa YGS gibi tuhaf sınavlara bile ihtiyaç kalmayacak…)
Sınavda kapı görevlisi olan ‘görevliler’ ise çayın yanında okudukları kitaplarının cümleleri, o kitaplardaki şiirler akıllarında, çocukları 1 dakika yüzünden sınava almama ayıbını işlemeyecek ve Bekçi Murtaza olmanın gafletini yaşamayacaklar.
Düşünmeyi ve akıl yürütmeyi başarmış insanlardan meydana gelen bir topluluk, yapılmamış binalara dahi asılmış dev mi dev pankartlara bakıp, ‘yahu daha önemli işlerimiz yok mu?’ diye soracak. Ve dahasını da soracak elbette…
Ve dahasını da sorduğu için bugünkü biz, bugünkü biz olmamış olacağız. Bugünkü felçli, hicran dolu hallerde. Yani, sormamız gerekenlerin çok dışında, tali yollarda, düzensiz, plansız, savrulmuş, freni patlamış ‘biz’ hallerinde… Bir sınav yüzünden hayatına kıyan çocukların ülkesinde.
***
İstanbul Film Festivali başlıyor, bu arada.