Beklerken

“Hay Allah!” dedi…. “Stephen Hawking’in kara delik teorisi yanlışmış, şu içine aldığı her şeyi yok eden, ardından bu yok edişin kanıtının esamesinin bile kalmadığı kara delik teorisi.”

Kırk yıllık kuzenimdi. Kara delik teorisi en nihai sosyal ve ilahi adaletti bizim için. Demek bu güvenceyi de kaybetmiştik…

Şehirlararası yolculukların kavşağı olan bir otobüs garındaydık. Alaaddin Çakıcı’nın, üzerinde MİT’ten emekli terör uzmanının pasaportu ile yakalanmasına, ardından da  “helal olsun beni yine yakaladınız” demesine bir-iki gün daha vardı. Yeri göğü inleten, yeni, farklı bir Özal dönemini çağrıştıran uluslararası düğünümüz henüz “start” almamıştı. Türkiye’de depresyondaki 3.5 milyon insan için ilaçsız tedavi dönemi ha başladı ha başlayacaktı…

Genel bir gar değildi bulunduğumuz yer; seçkinliği kendine hizip edinmiş bir otobüs şirketinin korunaklı bir bekleme bahçesiydi aslında. Ne mekan ne de o mekandaki biz aktörler Kübalı yönetmen Juan Carlos Tabio’nun Otobüs Durağı filmdeki durağını ve o duraktaki ruhu çağrıştırıyorduk. Filmin ana temasını oluşturan büyük düş sahnesini -umudun yalnızca hayal edilebilenin tekelinde olduğu ve yalnızca bu düşe inananların bundan nasiplenebildiği düş sahnesini- çağrıştırabilecek en ufak bir kıpırtı yoktu ortada. Hava rutubetliydi ve üstelik Hawking de yanılmıştı.

Masaların üzerine bırakılmış gösterişli tabloid bir derginin sayfaları arasında kaybolmak üzereydim. Yükselme hırsının mevsimin gözde renklerine, risk alma merakının revaçtaki sayfiye köşelerine, değişken ruh hali sevdasının somut bir biçimde çağı yakalama hamlelerine ve tüm bu hamlelerin kadın-erkek-çoluk çocuk bedenlere dönüştüğü sayfalar bitmek bilmiyordu. Sonra o sayfaya geldi sıra: “Feminen tasarımı ve çekici renkleriyle kadınlar için ideal” sözlerinin üzerinde boy gösteren yeşil ve metalik renklerinde dizayn edilmiş, hacimsel olarak miniminnacık bir video kamera. Adı feministmiş. Dahası iki yıl da garantiliymiş…

“Hay Allah” deme sırası bendeydi bu kez. “Hay Allah… Dedikoduları okumak daha ilginçti…” Kuzenime gösteriyorum kamerayı, “bu yıl bu sayede birçok kadın feminist olacak bak” diyorum. Rutubetli bahçenin bezgin piyonlarıyız. “Kapat şu dergiyi” diyor “Kapat!”…

Kapattım. Bir sonraki sayfada Alaattin Çakıcı’nın arkada bir düğün fonu bir cep telefonu reklamında depresif bir halde “erkeğim, mafyayım, konuşurum, konuşmam, kime ne!” sözleriyle karşılaşmayacağımızın hiçbir garantisi yoktu çünkü!