Berlin’deki Van Gölü

İstanbul’un yoğun sıcağından sonra 16 derecenin sarhoşlatan serinliğindeki bir diyarda, Berlin’deyim. Tegel Havalimanı’ndan bir göl limanına, kalacağım yazarlar evine doğru ilerlerken serin bir rüzgâr eşliğinde zihnimde uçuşup duran cümlelerle geride bıraktığım sıcak ülkemin hayaline bakıyorum. Kaynayan kazan ülkeme!

‘Siz Van Gölü’nü sadece Van’da mı sanıyordunuz yoksa?’ diye gülümsüyor şoför. Kıt Almancamla günlerdir Vansi, Vanzii diye tekrarlayıp durduğum Wannsee’nin aslında Van Gölü olduğunu orada keşfetmek tuhaf geliyor bana. Ama belki de sırf bu yüzden kendimi ‘eve’ gelmiş gibi hissediyorum! Yine de Wannsee, Batılı bir Van Gölü’nün mesafeli gözleriyle bana bakıp duruyor dünden beri. Ben de ona ‘hepimiz aynıyız’ diyorum demesine ama bir yandan da coğrafyaların insanları, kaderleri nasıl belirleyebileceğini aklımdan geçirmeye çalışıyorum.

Berlin’in bu yakası, kısaca şimdilerin Berlin sayfiyesi diyebileceğimiz bölge Almanya’nın tarihinde tuhaf bir sayfanın, sonun başlangıcı diyebileceğimiz noktalarından birine, belki de savaştaki en vurucu olan düşünceye ev sahipliği yapmış. Artık müze haline getirilmiş olan görkemli bir köşkte, 20 Ocak 1942’de alınan tarihi bir kararla Almanya’nın Yahudilere dönük politikasının ‘artık resmen hayata geçirileceği’ onaylanmış. Hiç kuşku yok ki başta ‘meşhur’ Adolf Eichmann olmak üzere 15 yüksek Nazi subayının aldığı kararlar çerçevesinde ‘Wannsee Konferansı’ olarak bilinen bu toplantı sadece Almanların değil tüm insanlık tarihinin yara aldığı bir buluşma olmuş. ‘Nihai çözüm’ olarak düşünülenin insan yaşamının gasp edilmesi (ve yok edilmesi) olduğunda, tek tek ulusların değil tüm insanlığın kaybettiğinin devasa bir örneği. Yekpare aldanılarla dolu ‘kim kazandı?’ sorusuna ‘insanlık kaybetti’ diye verilebilecek tek yanıt, tek hakikat. Merak edenlere bu buluşmanın ‘Conspiracy’ adıyla filminin de çekildiğini hatırlatmak isterim. Bütün donukluğu, soğukluğu ve ihtişamıyla gerçeğine çok yakın bir kurgusu olduğuna inanıyorum.

Bunları yazıp dururken Van Gölü ‘Ne diyorsun yahu sen?’ diye bana bakıyor. Onun yağmur bulutu rengi mutedil dalgalarına karışmış olanı azar azar bana sunmak istediğini biliyorum. Bir savaş günlüğünden ziyade şimdiki zamanı ve bu zamanın bereketini. İşin esası ben de ona daha hasatı bol bir şimdiki zaman sunmak istiyorum. İnsanların yanlış yaparak öğrendiğini, yanlışların yapılması suretiyle daha barışçıl ve insancıl olanların bulunabileceğini söylemek. Ya da bu bile değil! Bunları söylemenin bile eskidiği, demode olduğu bir çağa adım atmış olduğumuzu hayal etmek istiyorum. Ama bir şeyler beni dürtmeye devam ediyor.

Bu ketum Van Gölü ile epey dertleşeceğiz, öyle görünüyor!