Beşiktaş’ta bir sabah

üsküdar’dan hemen kalktı motor. Şubat’ın nazına aldırmaksızın güneş açmış. Birden küt diye durduk, önümüzden bir tanker geçecek. Bir sola bir sağa yalpalayan motorun içinde öylece bekliyoruz. Bir deniz kentinin umulmadık duruşlarından biri daha. Bekleyeceksiniz, sabredeceksiniz, “nereden çıkıp geldi bu tanker” demeyeceksiniz. Zaman, uçup giden enerji, kimin umurunda, debeleneceksiniz orada. Planlarınız, o güne uydurmaya çalıştığınız iş silsileniz, buna denk düşebilecek projeleriniz, bekleyecek. Zira siz o tankerin gözünde ve gölgesinde motorun içindeki bir toz zerresisiniz.

O sabah Pınar’ın iki kere beraat ettiği ve bir kez daha açılan davasına gidiyorum. Aklım karmakarışık. İki kere bozulan bir davadan bahsediyoruz. Basit bir cümle gibi görünebilir. Türkiye’de son dönemlerde hemen her şeyin bir çırpıda söylendiği düşünülecek olursa bu cümle de rahatça havaya karışıp gidebilir. İki artı ikinin beş ettiği bir durum. Ancak ne yazık ki Türkiye’nin hatta dünyanın mantık silsilesini oluşturan bir denklem ne zamandır.

***

Tankere bakıyorum aval aval. O kadar kendinden emin ki. Rotası belli, yükü net, duruşundaki hantallıkta bile “benim ben” diyen bir hâl var. İstifini bozmadan dünyadaki bütün davaları üstlenebilecek, istikrarlı bir vurdumduymazlıkla “başlarım Kafka’ya da, davalara da” diyerek ilerliyor.

Davalar… Davalar ve artık bu davaların gerçek adaletle sonlanmasını isteyen bizler. Tankerin bizim gibi insanlar için de neler düşündüğünü tahmin etmekte zorlanmıyorum elbette. Onun perspektifinden bakıldığında ortaya çıkan “bizim gibiler”in silüetinin istediği sadece ve sadece yolumuza devam etmek oysa. Kısacası işimizi yapmak. İşimizse bir açıdan bakıldığında zanaat işidir aslında, belki bir sismograf aletinin yaptığı işten bile önemsizdir. Bugünün Türkiye’sinde ya da dünyasında yapılabilecek çok daha iyi, zararsız, bereketi kendinden işler olsa da…

Beşiktaş’taki alanda konuştuğum çoğu kişide buna benzer duygular hâkimdi. Akıntıya karşı kürek çekmek değil, sağlam rüzgârlarla yelkenlerini doldurup gerçek işlerine dönmek istiyordu insanlar. Akademisyeni, yazarı, ressamı, tiyatrocusu, gazetecisi… Hatta aktivist bir arkadaş Beşiktaş Adliyesi’nin önüne çadır kurmayı öneriyor “hiç değilse yollarda gidip gelirken heder olmaktan kurtuluruz” diyordu. Sözlerine katılmamak mümkün değil, bu konuda insan haklarını şiar edinmiş çok ciddi emek harcayan insanlar var Türkiye’de. Ve iyi ki varlar! Kendilerine minnettarım.

***

İnsan ve kadın hakları konusunda gerçek bir aktivisttir Pınar. Mimar Sinan üniversitesi Sosyoloji bölümünü birinci bitirmiş bir kişi olarak iki kez beraat etmiş davasında, şaka gibi ama, bir kez daha beraat etmek, yaşamının motorunu devreye sokmak ve yoluna devam etmek istiyordu.

Yazıyı kaleme aldığım sırada, yukardaki paragrafla bu paragraf arasındaki boşlukta telefonum çaldı. Amargi’nin ve bu davadaki dayanışmanın temel taşlarından biri olan İlkay Ertem’di arayan: Beraat. Telefondaki sesini duymalıydınız. Oradaki herkes haberi alınca ağlamaya başlamış. İlkay hemen evi aramış “dualarınız kabul oldu” demiş.