Bir hayalin öyküsü

Daha önce sizlere ‘Yazarlar Okullarda’ adlı projeden bahsetmiştim. Bu projenin mimarı Yusuf çopur’du. Hem bir öğretmen hem de bir yazar olan çopur, çok zor bir işin üstesinden geldi. Bir sürü yazarı İstanbul’un değişik ilçelerindeki öğrencilerle buluşturdu. üstelik bir değil, iki değil, tam dört kere! çağdaş edebiyatımız adına umut veren bir adımdı bu. Dahasını da yaptı çopur. Geçtiğimiz Pazar günü hepimizi topladı ve ‘şimdilik’ bir veda diyebileceğimiz (şimdilik dememin bir nedeni var çünkü çopur bunun Türkiye geneline yayılmasını arzuluyor ve pek de iyi ediyor) bir buluşmanın da altına imza attı. öyle ki Milli Eğitim Bakanı ömer Dinçer bile katıldı bu buluşmaya.

Bakan, konuşma yapan hemen herkes gibi okumanın, gelecek nesiller için ne denli önemli olduğunu vurguladı. Kendisini ilk kez bu kadar yakından izleme fırsatına sahip oldum ve anlattıklarını ilgiyle, sonuna kadar dinledim.

Bakanın konuşması esnasında 4+4+4 konusunda eleştirilere açık olduğunu söylemesi sevindiriciydi. Karşılıklı tartışarak bir yerlere varabileceğimizi, ana hedeflerinin ezberden uzak, gençlerimizin eğilimleri doğrultusunda hareket edebilecekleri bir zemin hazırlamak olduğunu belirtmesi de. Hiç kuşku yok ki özgüven sahibi bir gençliğin yetişmesi hemen hepimizin istediği bir şey. Umarım bakan bu konuda muhalefetin sesini kısma eğilimindeki genel akıma karşı da iyi bir örnek teşkil eder ve eğitimin iktidarı ele geçirmiş olanların tekelinde olmadığını, olamayacağını, olmaması gerektiğini bu tavrıyla hepimize kanıtlar. Umulanın tersine 4+4+4 konusunda öğrencisinden velisine, müdüründen eğitimcisine hepimiz çok kaygılıyız. Bakanlığın bu kaygıya ses vermesi hepimizin kazancıdır.

Şunu anlamamız çok önemli: özellikle eğitim politikalarında eğitimin iktidardakilerin oyuncağı olması hepimizin kaybetmesi demektir. Dışardan göründüğü kadarıyla da 4+4+4 iktidarın yeni bir oyuncağı gibi duruyor. Ne eğitim kadrosunun ne de binaların buna cevap veremeyeceği yakınmalarını hemen her yerde işitiyorum. Ben duyuyorsam bakanlık haydi haydi duyuyor olmalı.

Bakan Dinçer’in kütüphaneler konusunda dile getirdikleri de çok ilginçti. Okulların kütüphanelerini gece geç saatlere kadar halka açık hale getireceklerini söylemesi beni hayli heyecanlandırdı. Hayalini kurduğum, zaman tanımaz mahalle kütüphalerinin başka bir biçimiydi bu. Ancak sonra aldı beni bir düşünce. Sorun kütüphanelerin varlığının ötesinde bir yerde durmuş bekliyordu bizi. İnsanları o kütüphanelere çekmek nasıl mümkün olacaktı? özellikle de kadınları? Bir politika kadınlara ‘evde otur, habire çocuk doğur’ derken, bir başka politikanın ‘haydi kadınlar (ya da gençler, beyler, millet!) kütüphanelere’ demesi bir çelişki yaratmayacak mıydı? Kaldı ki sorun yeni kütüphaneler açmanın ötesinde topluma kütüphane bilincini aşılamaktan, kitabı sevdirmekten, onları çağdaş eserlerle tanıştırmaktan, onlara kitapların bomba olmadığını anlatmaktan geçmiyor muydu? Kütüphanelerin her şeyin ötesinde kutsal, özel, özerk sığınaklar olduğunu anlatmaktan? Düşüncenin temel direğinin kitaplar olduğunu belirtmekten? Düşünceden, çoğulluktan, kendi olmaktan korkmamaktan? Hoşgörüyü öğrenmekten? Sığlıklardan kurtulmaktan? öfkenin ve yaptırımların bir zaaf olduğunu fark etmekten, ettirmekten?

Bunlar olmadan kütüphaneler dört duvardan ibaret manasız yerler olmaz mıydı? Kütüphanelerin cana ve ruha ihtiyacı vardı. Kitabı seven insana. Kitabın anlattıklarını seven insana. Asıl sorun bunu nasıl başaracağımızdı, o köprüyü nasıl kuracağımızda.

Yazarlar okullarda projesi bunları düşündürdü bana. Yani şimdilik!

***

Kürtaj ve sezaryen konusunun yarattığı dalgalar hızını yitirmeden büyüyor. Yarın, İstanbul Kadıköy’de Saat 14’te ‘Bedenimiz Bizimdir’ demek boynumuzun borcu! Bu da başka bir hayalin öyküsü elbette. Kendi bedenimize sahip çıkma irademizin öyküsü. Bu da bazen her şeyin başlangıcı anlamına gelebilir.

Detaylar için: http://www.facebook.com/events/115839055220881/