Birçok şeyin ilki: Nermin Abadan Unat

Cumartesi günü, nicedir özlenen güneş altında, İstanbul’un karmaşa dolu trafiğindeydim. Neredeyse herkesin herkese bağırdığı, tarifsiz karamsarlığını ve öfkesini birbirinin üzerine araba sürerek bertaraf etmeye çalıştığı o kesitte biraz gecikmiş de olsa Caddebostan Kültür Merkezi’nden (CKM) içeri girdim. Orada Nermin Abadan Unat ve anlattıklarıyla buluştum. İçime, ne zamandır özlemini çektiğim bir ferahlık doldu…

Hayatını seçen kadın!

Boğaziçi üniversitesi’nden öğrencisi, ‘Portreler’ programından tanıdığımız başarılı televizyoncu Sedef Kabaş’ın titiz çalışmasıyla ortaya çıkan kitabı ve kitaptan yayılan halkaları konuşuyorlardı. ‘Hayatını Seçen Kadın’ yarı otobiyografik bir Nermin Abadan Unat ve Türkiye portresiydi. Şu ana kadar okumadıysanız kendinize bir fırsat yaratarak mutlaka okumanızı öneririm.

Hayatını seçebilmek! Hem kitabı okurken, hem CKM’de Nermin Hoca’yı dinlerken içime sular serpen düşünce buydu işte. Hayatını seçebilmek ne cesur bir tavırdır, bilen bilir. Korkusuzluktan bahsetmiyorum. Tam da korktuğunuz zaman gerçekleştirdiğiniz o risk dolu seçimlerden bahsediyorum. 1936 yılında Budapeşte’de başlayan bir tren yolculuğuyla ivme kazanan ve bugüne kadar uzanan bir seçimden. Okuma idealiyle dağları delen bir kadından. önce Türkçe öğrenen, sonra İzmir’de liseye devam eden, savaşın karanlık günlerinde üniversiteye giden, İstanbul üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Ulus gazetesinde çalışmaya başlayan, aşık olmaktan korkmayan, evlenen, çocuk doğuran, Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, Türkiye’nin ilk kadın senatörlerinden biri, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti, ilk kadın kürsü kurucusu, Basın Yayın Yüksek Okulu’nun ilk kadın müdürü, Türkiye’nin uluslararası göç konusundaki en kayda değer ismi, kitapları yabancı dillere çevrilmiş, dünyanın her tarafında konferanslar, seminerler vermiş, 5 dil konuşan bir kadından…

Aynı zamanda annesi tarafından sahipsiz bir geleceğe terk edilmiş bir çocuk, İzmir’deki yengesi tarafından istenmemiş bir genç kız, mesafeli bir halayla büyümek durumunda kalmış bir kişiden. Tüm bunlara karşın hayatını seçmesini bilmiş bir kadından, karşısına dikilen talihsizlikleri iradesiyle alt etmiş bir insandan…

CKM’deki tıka basa dolu salonda Nermin Hoca anlatıyordu. 1940’lı yıllar, Mülkiye, atıl senatörlük günleri, 12 Eylül… Bunları aktarırken arka planda çizdiği Türkiye profili de birçok şey anlatıyordu. 12 Eylül’den sonra değişen Mülkiye’den bahsederken günümüze verdiği referans sözcük ise ‘bireycilik’ oldu. Bugün hemen hepimizin kazanırken bile uzun vadede kaybettiği şu bireyci tavırlar. ‘Birey’ olmanın ne demek olduğunu kavrayamadan düştüğümüz şu cazibeli tuzak… Bunları anlatırken bile şefkatli, bilim ve sanat aşığı, günü yakalayabilmiş bir kadını görüyordunuz kürsüde, bizlere özellikle eğitime vurgu yaparak ‘devam edebilmenin’ en önemli tavır olduğunu bir kez daha hatırlatan.

Bazı üniversite hocalarınız vardır, onlara saygı duyarsınız. Bazılarını seversiniz. çok azına ise Nermin Hoca’ya duyduğunuz biçimde hem saygıyla hem de sevgiyle bağlanırsınız. Kendisini çok sık ziyaret edemem, hatta kendisinin deyişiyle ‘biraz hayırsız bir öğrenciyimdir.’ Ama yaşamımın darboğaza girdiği zamanlarda ilk hatırladığım simalardan biridir. Bazı şeyler akmıyordur, Türkiye’dir, insanlar pek bencildir, küstahtır, ne oldum budalasıdır. O zaman onu hatırlarım, evet. ‘Devam edilmeli’ diyen kararlılığını, kısaca kendi yaşamına kardığı temel ilkeyi ve bunu öğrencilerinden asla sakınmamış olan o güzel kadını.

Nermin Hoca sadece bu önemli yaşam kaidesini değil uzmanlık alanı içersinde olan hemen her şeyi bonkörce kürsüsünden paylaşmış, peşini bırakmamış göç sorunlarıyla, Türkiye ve dünya haritalarını, politik ve sosyolojik gerekçeleriyle defalarca çizmiştir karşımızda. Tüm bunları, bizlere, günümüzün çoğu hocasının atladığı, önemsemediği, umursamadığı insani bir tavırla, yaşayan ve yaşatan bir hoca kimliğinin hep ‘yaşamı’ işaret eden haliyle anlatmıştır. Diğer bir deyişle, ‘dersimi verir, çeker giderim’ diyen, otomatiğe bağlanmış, monoton sesli öğretmenlerden değildir o. Yaşamdır. İnsandır. Umuttur.

Daha önce kitapla ilgili yazdığım yazıdaki cümleyi tekrarlamanın tam sırası galiba: Onun gibi bir insanı tanımış olmak bu yoksul yaşamın bizlere sunduğu gerçek bir lütuftur.