Bitmeyen Deprem

7,2 büyüklüğündeydi deprem. Sonra 5,6’sı geldi. Depremin, depremle gelen yıkımın ve ölümün kader olmadığını yazıp dururken ardı ardına yaşananlar domino taşı etkisini sürdürmeye devam ediyor. 5,6’yla olup bitenler kentin göbeğindeki iki oteli yıkıp geçmeye yetti. Gelen haberlere göre valilik İnşaat Mühendisleri Odası Van Şubesi ile ortak çalışmaya yanaşmıyor. Kentteki binaların gerçek haliyle karşılaşmak istemediği için mi? Devletin Mühendis ve Mimar Odaları’na gösterdiği ilgisizliğin bir uzantısı olabilir bu tutum ama insana ‘hiç değilse bu koşullar altında bu olmamalıydı’ dedirtiyor.

Bu yaşananlar çok hazin, ancak bunların ardından ‘keşke olmasaydı’ deme lüksümüz yok çünkü Türkiye bir deprem ülkesi. Binalar sağlamlaştırılmalı, tamam. Ancak bu binaları sağlamlaştırmak için öncelikle doğru ve sağlam yapı malzemesine, ardından da bu binalar üzerindeki yapı politikalarına, kent planlarına yönelik bakış açımızı değiştirecek sağlam bir iradeye ihtiyacımız var.

Depremin ardından gelen bir sürü soru yumağı ve soru yumaklarına eklenecek suç, ceza ve adalet kavramlarını yeniden düşünmeliyiz. Bir Türkiye gerçeği olarak kabul etmemiz gereken deprem sonuçları bugün ülkenin içinde bulunduğu durumu ayan beyan ortaya koyuyor. Bunun için istatistiklere, gelişmiş gelişmemiş ülke raporlarına bakmamıza, derin tahlillere girmemize, uzun konferanslarda durumu açıklamaya yeltenmemize bile gerek yok. İki hafta önceki felaketin ardından 5,6 ile deprem ülkesindeki bir kentin ortasında iki otel yıkılabiliyorsa, bu ülkede herkesin ödemek durumunda olduğu bir diyet mevcut demektir.

Ne hazindir ki Gölcük Depremi’nin ardından bugün bütün yaşananlar tek tek tartışıldı, uzmanlar bu işlere günlerini verdi, çözüm yolları üretildi, önerildi, bunların bir kısmı yaşama geçirildi, en azından geçirildiği sanıldı! Ve bakalım bugünkü sonuca: Depremin geride bıraktıkları Türkiye’dir. Türkiye’nin 2011’deki gerçek yüzü. Yitirilen canları, bu canların yitiriliş biçimini düşündüğümüzde, takdir-i ilahi filan değil, ortadaki tablo Türkiye’nin deprem karşındaki sınıfta kalışıdır. Kötü bina ve kötü binanın zamanında cezalandırılmamasıdır.

Erciş ve Van’daki binaları yapan müteahhitler ve bu binalara imar onayı veren kişiler bu işten en kolayından sıyrılmamalı. Gölcük’te yaşananlardan ders çıkarmadık, Van’dakilerden çıkaralım. Hatırlayanlar hatırlar: Davacı olarak açtıkları davalarda depremzedelerin çoğu davalı konumuna düştü. Demek ki cezanın adaleti iktidarın kötüye kullanılması sonucunda buhar olup havaya karışabiliyor.

Buradan bir adım daha öteye gidip cezanın adaleti var mı diye sormak isterim. Şunu unutmamak gerekiyor: Cezanın adaleti doğru zaman ve yerde, özenli ve tutumlu kullanılmasında kendini gösterir. Yani siz tutup iktidar olarak suçluyla suçsuzu alabora edecek bir ceza sistemine onay veriyorsanız, Gölcük davalarının vardığı, kısa zaman sonra Van davalarında da görebileceğimiz Kafkaesk davalara da baştan ‘evet’ demiş oluyorsunuz. Nasıl ki cezaya eklemlenen her zorbalık iktidarın kötüye kullanılması anlamına geliyorsa cezayı hak eden suçlunun cezadan ‘yırtması’ da sistemin adaletsizliğinin daniskası anlamına geliyor.

Sonuç olarak imar yasalarını delenlere ciddi cezalar verilmeli. çünkü ceza, suçun kendinden değil toplumu içine sürüklediği tehlikelerden ötürü karşımıza çıkıyor. Başka yerlerde başka toplumlarda bu türden binalar yapmak hafif cezalarla atlatılabilecekken bizim gibi ülkelerde direkt cana kasteden bir eylem olduğundan sonuçlar daha iyi hesaplanmalı ve adalet sağlanmalı.

En azından bundan sonraki depremler için.