Bitpazarı

Şu aralar yolum oraya denk düşmese bile o yöne sapıyor ayaklarım. Sayesinde, eski evlerin eski insanlarıyla konuşmak, dertleşmek istiyorum. Nereye gidiyorsun sorularına ‘eskiciler’ demek büyük keyif veriyor o zaman. Oraya daldığımda ne mi yapıyorum?

Belki biraz şöyle başlayan cümleler kuruyorum o ‘çarşının’ eski eşyalarıyla: Ey gidi…
Sonra ‘ey gidiler’ bitiyor elbet. Başlıyorum bugünden konuşmaya. Zerzevat politikacıların sözlerini aktarıyorum onlara. Nasılsa bulmuşum dinleyen birilerini edasıyla tutkuyla şikayet etmeye devam ediyorum.
Örneğin ‘Yahu biliyor musunuz Trump diye biri var’ demek istiyorum şatafatlı bir avizenin gölgelenmiş donuk kristal camlarına bakarken. Sonra, 70’li yıllardan kalan bir sehpanın gereksiz modern çıkıntılarına gülümseyip, hatta etrafında fır dönerken ‘şaka gibi ya, sanki Türk filmlerinin kötü adamı’ gibisinden sözcükler yuvarlanabiliyor zihnimden. Tabaklar çanaklar bölümüne gelince daha bir coşuyorum sanki!
Ne yalan söyleyeyim; eskiyi severim. Bitpazarlarını daha çok. Ancak şu aşikâr: Dünyanın bir bitpazarı ruhuyla ve antika tekerlemelerle dönmesinden rahatsız olanlardanım. Kısaca bitpazarı bitpazarı olarak kaldığında güzel. Oradan yeniye dair bir ruh yaratmak, hele bunu ortalığa saçmaksa insanlık adına zaman kaybından başka bir şey değil!
ABD Başkanı’nın sözlerine baktığımda, bu sözlerde o niyeti görüyorum. Dünyaca eskitilmiş ne varsa onları ‘yeni’ gibi etrafa sunma çabası ve gayretkeşliği bu. Umursamaz bir tavırla yapılması ise çok daha büyük tehlike arz ediyor.
Oprah, o netameli ruhun netameli figürlerinden biri olan bu adamın -dünyamızın başına bitpazarı ruhunu yağdırmaya çalışan bu adamın- saçlarının etrafında gezinen bitli haleye ne güzel dedi.
Hatırlayalım mı?
Konuşmasında acımasız bir güce sahip adamlar tarafından mahvedilen bir kültürün içinde, uzun yıllar harcamak durumunda kalan bir kadından bahsetti bizlere. Recy Taylor’dı bu kadının adı. Altı beyaz adam tarafından kaçırılıp tecavüze uğrayan bu genç kadın adaletin ışıldayan yüzüne kavuşamadan ölmüştü. Zamanında Rosa Parks’ın desteğini almıştı almasına ama bir sonuca ulaşamadılar çünkü adaletin bir seçenek olmadığı zamanlardı o zamanlar. Adaletin herkes için olduğu değil, adaletin güçlüden ve pislikten yana olduğu zamanlar… Duygusal konuşmasında ‘ama artık bu adamların zamanı doldu’ dedi Oprah.  ‘Zamanları doldu… Zamanları doldu. Ve umarım ki… Umarım ki Recy Taylor, tıpkı o günlerde ve hâlâ, günümüzde ıstırap çeken birçok kadın gibi, kendi gerçeğinin aktarıldığını bilerek gitmiştir. Bu gerçek, Alabama’daki olaydan yaklaşık on bir yıl sonra, Montgomery’deki o otobüsten inmeme kararı alan Rosa Parks’ın kalbindeydi ve şimdi, ben de, diyen her kadının, dinlemeyi seçen her erkeğin içinde.’
Haklıydı Oprah. Tecavüzcülerin, adaleti bu ruhla ellerinde tutanların, baskıcı ve onarılmaz yaraları açmaktan zevk alanların, bu nefretten kendine yol çizmeye çalışan erkek iktidarının zamanı dolmuştu. Irkçılıktan, faşizmden, cinsiyetçilikten kendine paslı pusulalar bulmaya çalışanlar, küflü haritalar yaratma eğilimliler… Onların zamanı dolmuştu. Ne yaparlarsa yapsınlar, dolmuştu!
Neden mi?
Çünkü dünya bir eskici dükkanı ruhuyla değil bir uçurtmanın göğe salınan cesaretiyle kendini yeniler.
Hatırlayacağız bunu. Er ya da geç.