Blogdan al haberi

Birkaç arkadaşım bloglarının engellendiğini söyledi. Ne oluyoruz filan derken işin rengi ortaya çıktı: “Blogspot’a erişim Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.01.2011 tarih ve bilmem ne sayılı kararına istinaden engellenmiştir.”

Tuhaf bir zamanlama. çünkü tam da o sırada gazeteci Zeynep Atikkan ile akademisyen Aslı Tunç’un Yapı Kredi Yayınları’ndan yeni çıkan “Blogdan Al Haberi” adlı kitaplarını okuyordum. Kafamdaki soruların başında sanal demokrasi fikrinden dijital eyleme geçilebilir mi sorusu vardı. Bunun içinse aklımdan geçen yer belliydi: Mısır. Kitapta “Misr Digital” adlı bloğun yazarı, aktivist Wael Abbas’ın söylediklerine epey yer verilmiş. Abbas şöyle diyor: “Mısır’daki bloglar diğer ülkelerden çok farklı.

Biz, bloglarda gazetecilik yapıyoruz. Bu nedenle Mısır’daki blogların üslubu dünyadakilere benzemiyor. Burada görüş bildirmek isteyenler değil, habercilik yapanlar yazı yazıyor. Bunun nedeni gazete ve televizyonların kısmen kontrol altında tutulması. Basında haberler sansürleniyor ve yazıların içeriğine müdahale ediliyor. Toplumu yakından ilgilendiren pek çok konu merkez medyada serbestçe tartışılmıyor. Blogcular bu boşluğu doldurmak için paçaları sıvadılar. Basının üstüne gitmediği olayları fotoğrafla ve videoyla görüntüleyip dijital ortamda kullandılar. Bloglara yansıyan çarpıcı haberler halkın ve merkez medyanın dikkatini çekmeye başladı. Bu arada halk politik aktivistlerin faaliyetlerini ve düşüncelerini öğrenme imkanı buldu.”

Kitap sayesinde Mısır’daki kadın blogcuların sayısının da bir o kadar fazla olduğunu öğrenmiş oldum. Taciz, dayak olayları, zorla evlilik gibi tabu konuların bloglarda dolaşıma girmesi birçok kadını meydanlara dökmeye yetmiş.

öyle böyle derken çok kısa bir sürede kitabın yarısına kadar gelmiştim. Kullanılan sade dil benim gibi teknoloji özürlü birini bile kendine çekmeyi başarmıştı. Aslı Tunç’la yıllardır aynı çatı altında çalışıyoruz. Perşembe sabahı başta Mısır olmak üzere Brezilya, Kuzey Avrupa, hatta Japon blogculuğu gibi özellikle ilgimi çeken bölümleri kendisiyle konuşacaktım. Ama okula gittiğim zaman öyle bir olaya tanık oldum ki kafamdaki bütün sorular buharlaştı ve tek bir soruda odaklandı: Biz sansürlenmekten ne zaman kurtulacağız Allah aşkına? Tanık olduğum şey şuydu: Ahmet Şık’ın odası savcılık kararıyla aranıyor ve odaya kimsenin girmesine izin verilmiyordu. Koridorda Aslı’yla karşılaştım. Ama ikimizin de canı yeterince sıkkındı. Demokratikleşmeyi tartışmak istediğiniz bir ülkede sürekli olarak “yasaktan al haberi” noktasında durdurulmak çok sıkıcı ve bezdiriciydi. Bütün gün bu duyguyla yaşadım. çaresizce işime döndüm ve kitabı bitirdim. Ama o ruh halime rağmen kitabı bitirdikten sonra tuhaf bir umut kapladı içimi.

Sanırım bu umudun nedeni şuydu:

Kitabın her iki yazarı da eski medyanın dünyanın hemen her yerinde türbülansta olduğunu, yeni oluşmaya başlayacak medya fikrinin ise tanım açısından epey yol katetmesi gerektiğini düşünüyor. Ekonominin temel belirleyici olduğu bu yolda bir “klik”le ülkelere demokrasinin gelmeyeceğini söylüyorlar. Kaldı ki katliamlar, savaş ve kıyımlar blog ve twitter çağımızda da tüm hızıyla devam ediyor.

Ancak şunu da unutmamak elzem: Artık hiçbir şeyin üstü kapatılamıyor ve internet dünyasında halk olayların bir parçası haline geliyor. Ve toplumlar her geçen gün biraz daha “siyasallaşarak” çevre,eğitim, işsizlik, kadın hakları vb. konularındaki açmazlara çare bulunmasını, hayatlarımızı ablukaya almış olan yolsuzluk, adaletsizlik, ve rüşvetin bitmesini istiyorlar. Dahası da var: Bu konuda bizzat söz hakkına sahip olabileceklerini düşünüyorlar. Ki haksız sayılmazlar. Hiç kuşku yok ki twitter, facebook, SMS mesajları ve bloglar yeni dayanışma biçimleri için hepimize yol gösterecek. Yazarlar bu ufka inanıyor ve sözün artık “bu meseleleleri düşünen ve dijital ortamla yoğrulan gençlerde” olduğunu söylüyorlar. Onlara göre “internet çağının değişim ortamı yeni insanlarla ve yeni soluklarla şekillenecek, hele Türkiye gibi genç nüfusu olan bir ülkede.”