Bugün 19 Mayıs?

Her zaman Samsun’a çıkılmaz a bu sabah da avluda volta atmaya çık

(Can Yücel)

***

17-31 Mayıs. Bu iki haftayı Gözaltında Kayıplar Haftası olarak defterlerimize not edelim. Yanına da başka bir not iliştirelim: ‘Böyle bir hafta olur mu?’ Cevap basit olsun: ‘Gözaltında insanları kaybetmek bir gelenek haline gelmişse olur.’

Bin operasyon yapmakla övünen ve muhtemelen bu övünmesiyle ‘kötü çocuklar’ı nasıl sinek gibi avladığını düşünen eski bir emniyet müdürünün açıklamalarına denk düşen bir hafta bu.

Gözaltında Kayıplar Haftası.

Bin operasyon yaptığının gururuyla dolu bir emniyet müdürünün sesine karışır kayıplar. Ya biz?

Bu açıklamalarla daha da silikleşen kayıp genç yüzleri pek de seçmez zihnimiz. Meslek aşkının operasyon aşkına denk düştüğü zamanlar ve ruhlara daha çok ilgi duyarız, belki o yüzden. Meslek aşkını tavaf ederiz. Bizi teröristlerden, kötü çocuklardan kurtardığı için minnettarızdır o ve onun gibilere. Şükürler olsun sana Rabbim! Ama o kötü çocukların neden ‘kötü’ olduğunu, neden ‘kötü’ sıfatı yediğini sormak aklımıza gelmez. ülkemizde teröristin tanımı da tıpkı iyiler, kötüler, vatanseverler, vatansevmeyenler, vatanı orta şeker sevenler vb. sıfatlar gibi iktidarların dalgalarıyla yeniden, yeniden ve yeniden tanımlanır, üretilir, yaygınlaştırılır. Ama bunu bile önemsemeyiz. önemli olan meslek aşkıyla yapılmış olan ‘kötü çocukları’ temizleme operasyonlarıdır! Kimin öldüğü, kimin kaldığı, geride kimin yüreğinin hop edip tutulduğunun pek de bir önemi yoktur. Gerçi duygusallığı severiz. Ama bize benzeyen insanların duygularıyla.

Her şey nettir kafamızda. Temizlik yapılmıştır. Bin kere. Ve bin kere ‘temizizdir’ artık! Elbette temizlikten ne anlıyorsak.

Temizlik operasyonlarını, hayata döndürme operasyonlarını seven, sevdiren bir ülkede yaşamaktan pek de rahatsız olmayız. Bin operasyon. Birçoğu gibi binbir öyküyü ve kayboluşu, yitişi barındırır içinde. Ama pek de kimsenin umurunda değildir bu. En fazla, evet an fazla eski, soluk, geçmişte kalan o yüzlerin ailelere yansıyan şimdisi, bir dizi rehaveti içersinde gönlümüze bir düşüp bir kayboluverir. Zira çok meşgulüzdür. Yapılacak işlerimiz, binecek uçaklarımız, varacak ülkelerimiz, o ülkelerden edinecek kârlarımız, iş toplantılarımız vardır. ‘O şimdinin’ müreffeh bir ülke terennümüyle kendini Fenerbahçe-Galatasaray maçı denklemine indirgemiş hali asıl önemli olandır. Osmanlı padişahlarının maceralarının büyülediği anların halleridir hallerimiz. Gözaltında kaybedilen insanların ülkesinde yaşıyor olmamız pek de rahatsız etmez bizi.

Bin operasyon yaptığının gururuyla dolu bir emniyet müdürünün sesine karışır kayıplar. Ya biz?

Sadece gözaltında değil, dışarda, yaşarken de insanları kendi kendilerine kaybettiren tuhaf bir ülkede yaşamaktayızdır. İzimizi bulduğumuzda o izin içinde kendi sesimizi yitirmeye mahkum bırakıldığımız bir ülkede.

Ama yine de gençlere yaptıklarımızın yanında solda sıfır kalır bu şatafatlı, ‘gelişmekte olan’ izsizlik.

***

Gençlerine olmadık işleri (zulüm demeye dilim varmıyor!) yapan bir ülkede bir gençlik bayramı daha.

Cezaevine tıktığımız, kaybettiğimiz, yok ettiğimiz, önyargılarla, müfredat bulamacıyla, meslek aşkıyla, savaş naraları, milliyetçilik retoriği, dini telkinler, aldırmazlık ve umursamazlıkla ‘insan olma haritasında’ soluklaştırmaya devam ettiğimiz bütün gençlerimizin bayramını kutluyorum!

(Aman be kızım hiç mi iyi bir şey yok diyebilirsiniz şimdi. Var elbette var. Gençler var. Yaşlı da olsa içinde baharı yaşatanlar var. Var, var. Sözüm onlara değil zaten.)