Bugün Hayattayız Ya

‘Köpekler havlar, kediler miyavlar sanki kıyamet günü

Yürür gider bizim asker unutmuş öldüğünü’
Ölü Askerin Destanı, BertoltBrecht
Alıntıladığım şiir, ölü bir askerin, komutanı tarafından yeniden askere alınmasını anlatır. ‘Hazırdı artık kahraman asker bir kez daha ölmeye’ diye biten şiir, savaşın acımasız yüzünü, son derece sade bir gerçekçilikle anlatır. Dünyadaki bütün savaşların aynı mantıksızlıkla üretildiğinin altını çize çize. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin…
***
Yazımın başlığına gelince… O bir kitabın adı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, savaşın insanlığı, bir kez daha tümden ‘nakavt’ ettiği  dönemeçte yaşanan bir olayı anlatıyor. Belçika Ardennes bölgesinden geri çekilen Alman askerlerinin kıy kıy bitiremediği ‘düşmanlardan’, yak yak tüketemediği ‘diyarlardan’ sızan kırık bir öykü bu. Özel olarak eğitilmiş ‘asker mi asker’ bir Alman ile küçücük, kimsesiz Yahudi bir kızın diken üstündeki tedirgin iletişimi. Küçük kızı öldürmek yerine, içindeki tanımsız bir yerden gelen sesle, hem onu hem de kendini başka bir düzleme çeken acımasız Alman askerinin, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi, tüfeğindeki tetiği çekmekle çekmemek arasında yaşadığı gerilimle tecrübe etmesinin hikayesi de denilebilir buna. Başka bir deyişle, yaşamdaki yolların nasıl seçildiğinin de ipucunu taşıyan bir kurgu var karşımızda. Renee ve Mathias’ın öyküsü, dünyadaki bütün savaşların kırıldığı yerin de öyküsü, bir bakıma. Belki de en çok kendi içimizdeki savaşların…
Nasıl mı? Onun için kitaba emanet edeyim sizi:
‘Renee, Mathias’ın önündeydi. Durdu ve bir çiçek koparmak için eğildi. Mathias birdenbire geçmişe gitti; sessizliğin ara sıra duyulan patlama sesleriyle, bir kuzgunun gaklamalarıyla bozulduğu, o soğuk aralık ayı sabahına. Renee’ye nişan almıştı. Kızın sırtı ona dönüktü. Sonra arkasına dönmüş ve ona bakmıştı. Mathias donup kalmıştı, tetiği çekememişti. Bedeni felç olmuştu ama baş döndüren bir düşme hissiyle yüreği hop ediyordu; insanın rüyasında kendisini düşerken gördüğü ve tam yere çakılacakken uyandığında hissettiği yürek hoplaması gibiydi. Kendine geldiğinde çocuk, parlak kara gözleriyle hâlâ ona bakıyordu. Kızdan tarifi mümkün olmayan, olağanüstü ve hükmedici bir şey yayılıyordu. Kız hayattı ve sanki onu tanıyormuş gibi, sanki onu bekliyormuş gibi bakıyordu. Kızı öldürmemeyi seçen o değildi. Bunu kız seçmişti. Ve, bu seçimle (vurgu bana ait) onu geri dönülmez bir şekilde başkalaştırmıştı.’ (hep kitap, EmmanuellePirotte, çev. Bahadırhan Bozkurt)
Bu sakin gibi görünen ancak bir o kadar da dehşet satırlarıyla dolu savaş karşıtı kitabı okuduğunuzda, savaşta ölenlerin insan olduğunu bir kez daha, çok yakından fark ediyorsunuz. Sayıların değil insanların öldüğünü-savaşta. Savaşın bir oyun değil, bir taktik silsilesi değil, bir ölüm makinesi olduğunu da. Bir kıyamet olduğunu, savaşın. Sadece kıyamet.