Can Yücel’in ardından…

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,

ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,

Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,

Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,

Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’ e

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,

Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

çok eski bir sonedir bu. 16. Yüzyıl’da yazılmıştır. William Shakespeare’in pek sevdiğim sonesidir 66. Sone. Yeniyetme bir üniversite öğrencisiyken bile böyleydi. çeviri ise Can Yücel’e ait! O zamanlar derste tartışmıştık. Şiir çevrilebilir mi diye. çevirmen şairse, çok rahat çevrilebilir, evet. Hele Can Yücel gibi büyük bir şairse çevirmen. Metni yeniden ayrı bir dilde tılsımlayarak sunma eylemidir bu ve yepyeni bir şiirle, sürprizle karşılaşmaktır.

Can Yücel bizi bırakıp gittiğinde, hani bazı insanlar, bazı ruhlar vardır, onlar gitmez, gider gibi yaparlar, bir yerlerde, yaşamın katmanlarında hep yaşamaktadırlar ya, öyle hissetmiştim. Datça bahane demiştim, o zaten yaşıyor, aramızda. Kaldı ki Datça gibi bir şiire sırtını yaslamak da fena değil!

Mezarının taşları parçalandığında mutlaka kendine özgü bir cümle patlatmıştır ve buna pek de aldırmamıştır. Gerçekten görmüş geçirmiş, yaşamı anlamış büyük bir şair için bu nedir ki!

Ama burada asıl sorun biz geride kalanlara çöreklenmiş durumda. Şairinin mezarını parçalayan bir millet olmanın utancını ne yapacağımızda. Şairinin mezarını parçalayan bir miletten hayır gelmez, iş burada. Şimdi ne yapacağız, problem burada. Asıl kafa karıştıran husus bizim yetimliğimizde yani. Yaşama bakış açımızdaki sığlıkta. Can Yücel’in bütünlüğünde, aşmışlığında değil. Sorun bizim tıkılıp kalmamızda, kendi soluğumuzla kendimizi boğmamızda, düşsüzlüğümüzde. Shakespeare’in yüzyıllar öncesindeki sonesinde gezinen yangın yeri hallerimizde.

Ne yapacağız biz şimdi? Bu ayıpla nasıl yaşayacağız?

‘Aman canım derdine bak, unutacağız nasılsa’ dediğinizi duyar gibiyim! ‘Biz neleri unuttuk, neleri!’

Doğru unutacağız. Ondan sonra gelsin savaş çığlıkları, gelsin battal aklamalar, ayık ve bayık sloganlar. Ne güzel. Oh ne güzel. Tıpkı bir yangın yeri gibi.

Şiir bize yangın yerlerini anlatır oysa. Ruhlarımızın anlam veremediği fırtınaları, kaçtığımız delikleri, mazeretlerimizi, geciktirdiğimiz fasılları, düşüşlerimizi, kalkışlarımızı, yenilişlerimizi, zavallılığımızı, erdemlerimizi, budalalıklarımızı. Şairlerin mezarlarını parçaladığınız zaman bütün bunları yok sayıyor, umursamıyorsunuz demektir. Kısaca insanlığınızı, kendinizi yok sayıyorsunuz demektir bu. Eyvahlar olsun.