Çarşıdaki renk

Bazen buluşuruz ve rengârenk oluruz.

Keşke daha çok buluşsak!

çıkınıma makul maceraların akide şekeri renkli cumartesilerini kor yola düşerim. öyle çok uzaklara gideceğimden değil. Maksat gitmek olsun diyerek çıkılmış ölçülü yolculukların telaşsız yükleridir yanımdakiler. Esaslı yolculukların takozu, çekme halatı filan değil. Müzmin bir şehirli yorgun ayaklarını nereye sürükleyebilirse o kadardır rotam, biraz gri, biraz kirli beyaz. Cümlelerden yorulmuş, hafiflemek isteyen bir haldeyimdir, şekerrenk. Telaşsız bozuk paralar, kısığa alınmış bitap cep telefonum, ferahlık timsali ıslak mendil paketim, çinli’nin birinin bulduğu made in china aynam, genellikle gümüş rengidir hepsi, bir de püskülü allı, evin çilekeş anahtarı…

Derken renk güçlenir. çarşı içine düşer yolum. Cumartesi çarşıları, ipini koparmışlığın, sereserpeliğin yeri. kim kime dum duma olma hali, turuncu bir kım kım, hatta kına rengi bir kayboluştur.

O sırada buluşuruz uçuştan uçuşa rasgeldiğim yüzlerle.

Başka yerde olsa ruhlarımıza çeki düzen verecekken, o halde çarşının keşmekeşinde ve gerçekte yaşamın akması demek olan o tantanada ‘bırak dağınık kalsın’ halleriyle çimen rengi selamlar göndeririz birbirimize.

Renk gerçekten de oradadır, etraf şıkır şıkırdır. Marulların yeşil serinkanlılığında, çileklerin pempe-kırmızı şüpheci dudak bükmelerinde, bakla içlerinin soğuk yeşil kibirli serzenişlerinde, fırından yeni çıkmış ekmeğin dünya güzeli sarı bereketinde, sararıp solmuş kızgın yağda kızaran uysal midyenin mazlum edasında, sesi ayyuka çıkan manavın kızılşap yüzünde, al tabladaki ser verir sır vermez balığın simli yenilgisinde, güpegündüz, kıpır kıpırdır çarşı.

Turp vişneçürüğüdür. Kirazsa henüz bildik kiraz renginde.

Dışarıya atılmış masalarda çay kokan şarap tortusu renginde bir sohbet vardır.

Camgöbeğidir iki gencin birbirine sokulup yürümesi, aşık olması. İki üç yaşlı kadının yenilerden konuşması ise havai. Eski bir karı koca çarşının rengini anlatır birbirine. Biri lacivert der, biri lila, biri limon küfü der, biri kimyoni. ‘Bak hanım şurada bir lokanta vardı ki, bir ağaç, bir çeşme, bir şu, bir bu…’

Kimi vakit şakacı kahverengi sokak köpekleri haylaz bir biçimde yürür üzerinize, sevilmeyi bekler, siz de şakadan onların üzerine yürür anlattıkları hayat tecrübelerini dinler ‘vay be’ dersiniz ‘bu hiç aklıma gelmemişti!’

Dilenciler, yeni çekilmiş kahve kokusunda bir fal bakar geleceğe ve hep aynı şeyi diler: O akşam karınlarını doyurmayı.

Biraz ilerde seçim masası kurulmuştur. Genç üniversiteliler daha adil bir Türkiye, yüzde onluk barajın kalkması, eşit ücret, eşit eğitim hak talepleriyle ellerindeki renksiz , duyma engelli megafona seslenirler. Yine de duyan duyar onları. çarşının konukları önlerinden geçerken onlara broşür verir bu gençler. Kimi alır broşürleri, dikkatle inceler, kimi imza metnine kor adını, kimisi gülümseyerek geçer, kimisi pek umursamaz, kimisi sarılır onlara.

Pastanelerin önü tirşedir, tıka basa doludur. Bir kez daha tatlılar , limonatalar servis edilir, gecikmiş çaylar paşa çaylarıdır artık. Sohbet kıvamındadır, ses ayyuka çıkar.

Neden bilinmez, bundan böyle hiçbir çarşının kepenlerinin inmeyeceği fırfırlı bir hayalin içinde hep birlikte geziniyoruzdur sanki. Renk körü olmayan bir gelecek rüyasının içinde, hep birlikte, bir cumartesi vakti.