Cennet

Geçtiğimiz hafta Kadıköy’deki yürüyüşte açılan pankartlardan biri savaşı, militarizmi eleştiren bir cümleydi.

Savaşta ölsün diye çocuk doğurmayacağım.

çok önemli bir cümleydi bu. Kadınlara ‘içinizdeki canlıyı öldürmeyin yazıktır günahtır’ diye ‘dayatan’ sistemin, çok değil yirmi yıla varmadan onlardan çocuklarını askeri göndermelerini umması, dahası aynı çocukların vatan uğruna ölmesini meşrulaştırması çelişkinin daniskası değildi de neydi! çelişki dediğime bakmayın. Sistemin işleyiş biçimi açısından hiç de çelişkili değil. Elbette asıl sorun bunun ‘yansıtılma’ biçiminde. Birçok arkadaşım kürtaj konusunda kafalarının karışık olduğunu dile getirdiği zaman işaret etmeye çalıştığım husus hep bu oldu. Kafamdaki soru(lar) çok yalındı.

Devlet gerçekten insanı önemsiyor mu?

Devlet gerçekten yaşayanı (canlıyı) önemsiyor mu?

Devlet yaşamı önemsiyor mu?

Tecrübe ettiğimiz birçok konu bu sorulara verilen yanıtın ‘Hayır, önemsemiyor’ biçiminde olduğunu söylüyor bize.

O halde Türkiye’nin yasalaştırılması planlanan kürtaj yasağına bir de bu açıdan bakıp cevap vermesi gerekiyor.

***

Denk düştü. İki ayda bir çıkan şiir dergisi YasakMeyve önemli bir dosyaya imza atmış bu sayısında. Dosya editörü Betül Dünder’in ‘girizgâh’ yazısı son derece anlamlı olmuş. Dünder soruyor: ‘Vicdani ret düzlemi toplum gözünde nasıl daha görünür, daha anlaşılır hale getirilebilir?’ Farklı toplum kesimlerinde farkındalık yaratmak için yeni atılımlar nasıl gerçekleştirilebilir?’

Elbette bu soruları şiire ve genel olarak edebiyata yansımalarıyla da irdelemek gerektiğini düşünüyor Dünder. Bunlardan bazıları da şöyle sıralanabilir: ‘Edebiyatımızda, şiirimizde savaş karşıtlığı, anti-militarizm ögelerinin kaynağına doğru bir şiir yolculuğuna çıkılabilir mi?’

‘Kadınların militarizm karşısında edebiyat, özellikle şiir cephesinden ne yaptıklarının, yazınsal eylemliklerinin bir tablosunu çıkartabilmek mümkün müdür?’

‘Türk şiirinin militarizmden en fazla etkilendiği tarihsel dönemler ve etkileniş biçimleri üzerine ne düşünüyoruz?’

‘En büyük hizmet savaşmamaktır’ başlığındaki bu dosyada bana en heyecan veren yazılardan biri de Kıbrıslı şair arkadaşımız Neşe Yaşın’ınkiydi. Neşe, ‘Komutanın Sevdiği Şiirler’ adlı yazısında yaşamını ören militarist şiirlerden bahsetmiş.

‘Yalnız resmigeçitlerde değil, radyoda, okulda her yerde okunurdu militarist şiirler. Ama bunlar arasında çok özel bir şiir vardı. Bayrak radyosundan sürekli işitirdiniz bu bir çatışma kültü haline gelmiş Kin adlı şiiri.’

ürpertici satırlarla dolu bir şiir. Kanınızı dondurmamak için sadece ilk satırını sizlerle paylaşayım:

‘öç almaktır yegâne tasam.’

Neşe yıllar sonra bu şiirin şairiyle karşılaşmış. ‘Sanki o meşum şiiri yazan o değil, kederli bir duruşu olan yumuşak huylu bir adamdı’ diyor. Şiir aslında komünistler için yazılmış ‘Moskof’ lu bir manzumeymiş ama bir komutan ‘Moskof’ sözünü ‘gâvur’ ile değiştirip Kıbrıs’a uyarlamış. Sonrası ise kaçınılmaz son. Gelsin kin, gelsin nefret, gelsin intikam! Her iki taraf için de.

Kısaca çok tanıdık bir öykü.

İlginç bir yaşamöyküsü olan vicdani retçi Halil Savda ise ‘yıllardır barışı her ağzıma aldığımda ellerime kelepçe vuruldu’ diyor. ‘Ebedi barış ve özgürlük arayışımın tepesi, özü, son durağı, savaş karşıtlığı duyarlılıktı. Bunun pratik dışavurumu vicdani retti.’

Ayşe Nâlân ise 1940 yılında yayımlanan hikaye kitabı Şahmerdan’da yer alan ‘çelme’ adlı öyküsüyle Sait Faik’i yanımıza taşımış. Halkı askerlikten soğutmakla suçlanarak askerî mahkemeye verilen yazarın satırlarını paylaşmış bizlerle. Bakın ne diyor Sait Faik:

‘Bırakın beni ey hakikatler! Bırakın beni harpler… Yürümek istiyorum. Cennetlerin olduğu yere doğru… Yürümek. Şoseden ayrılan yoldan bir cennete doğru yürümeye bırakın.’

Şose!

‘Onlarca çocuğum olsa vatana feda’ retoriği ile büyütülmeye çalışılan o şose yol.

Bitmez, tükenmez şose.

öyle bir şose yol ki şimdi kürtaja gebe!