11/02/2012
Günışığı Kitaplığı’ndan dilimize kazandırılmış olan ve basıldığı günden itibaren bir biçimde hemen her yere referans göstermekten bıkmadığım bir kitap var. İngiliz yazar David Almond’un kitaplarından biri bu: “Dünya Büyülü Bir Yer”. Bu yüzden geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin seçkin edebiyat dergilerinden biri olan Notos’un “100 temel eser” diye başlattığı bir soruşturması kapsamında da ilk sıraya bu kitabın adını koydum. Kitabın Milli Eğitim’in 100 yabancı temel eser bölümüne girmesini istememin nedeni, hem gerçekten hedef kitle olarak genç okurun dertlerini dert edinmiş olması hem de temel izleğinde gençlik algısının iyiler ya da kötüler diye ayrıştırılamayacağına “bingo” demesiydi!.
“Gençlik algısı” diyorum çünkü iyiler ve kötüler fikri asıl öfkeli büyüklerin dünyayı anlama algısında ve bu algıya eşlik eden iktidar sözcüklerinde karşılık bulur. çocuklar, gençler kavga gürültü koparırlar koparmasına ama özünde dünya bir hile bulutu değildir onlar için; saf tutmayı seven, dünyayı eğip bükmeye meraklı olanlarsa şu kızgın büyüklerdir. Onların kafasında bir yerde iyiler dizilmiştir sıra sıra, diğer tarafta da kötüler.
Bu sinirli büyükler dünyasında bir yerde iyi aile çocukları, din kültürü almış, ahlaklı, erdemli çocuklar vardır… Diğer taraftaysa tinerciler, kötüler, dışlanmışlar, savrulmuşlar… David Almond’un kitabının esas kahramanı da o iyi çocuklardandır. Diğer bir kahramansa şu kötülerden! Ama ne ilginçtir ki kitabın esas kahramanının kendini ifade etmesi, büyümenin engebeli arazisinde içindeki karanlık yüzle, kısacası iyi aile çocuğu olmayan bir başka çocukla yüzleşmesi sayesinde olur. Yazarın her iki çocuğa da gösterdiği şefkat o kadar belirleyici bir rol oynar ki yapıtta, adına ister şifa bulma ister büyüme diyelim, her iki çocuk da arızalı bir gelecek değil, gerçek bir buluşmaya dönüşecek bir yaşam birliğine kavuşur romanın sonunda. Kısacası iyi aile çocuğu ya da ahlaki kuralları iyi bellemiş kahraman, kendi içindeki gölgesini bulmaya çalıştıkça ruhun çamaşır suyuyla dezenfekte edilemeyeceğini, ancak yaşamla, ancak toslaşmalarla, üstelik hoşa gitmeyen toslaşmalarla evrilebileceğini de kavrar ve muhtemelen iyi aile çocuğu olmaktan vazgeçip kendisi olmaya karar verir! Buna karşılık geleneksel kurgularda hep düzelmesini umduğumuz ‘kötü oğlan’ da küt diye iyi oğlana değil, kendisinden çalınanların ruhunda yarattığı eziklikleri az çok keşfe çıkan biri haline dönüşür.
Sormadan edemezsiniz. Bu çocuklar büyüyünce nasıl yetişkinler olacaklar diye. Buna verilecek en yalın cevap şu olabilir: “Her ne konumda olurlarsa olsunlar birbirlerini suçlamayacak yetişkinler olacaklar ve muhtemelen yaşamın kutuplarla, kutuplaşmalar arasına sıkışmış hoyrat sözlerle, tehditlerle, küfürleşme dolu hallerle çözülemeyeceğini de fark edecekler.”
“Dünya Büyülü Bir Yer” adlı bu kitap, büyüsünü yaşamın vasat gibi gözüken sıradanlığından alır. Bu mucizevi sıradanlıkta büyüklerin dünyasında gezinen aklar ve karalar yoktur. Varsa da bunların deneme yanılma yoluyla sınanmaları mümkün olabilir, korkuyla, tehditle bu işlerin çocuk dünyasına etki sağlayamayacağı ortaya konur.
O halde tam da burada düşünmek lazım. Tinerci çocuklar dini bütün gençler, iyi vatandaşlar olmadıkları için mi Bali çeker? Yoksa, günümüzde Kemalettin Tuğcu’nun köprüaltı çocuklarından bile çok ayrı bir savrulma yaşadıkları, yoksulluklarıyla, kenarın kenarına itilmiş halleriyle küreselleşmenin ayağına dolandıkları için mi? İyi ve kötü çocuk sistemin ayrıştırdığı bir kutuplaşmadan üreyen, üretilen bir sakarlık, basiretsizlik değil midir? Onlara fatura kesmek neyin nesidir sahi? O fatura üzerinden hangi sözün kutsallığı geçerlidir Allah aşkına?
(Kötü çocuk Müge’den: Her şey o kadar tuhaf bir biçimde “ciddiyetle” savruluyor ki, bir naylon torba alasım, içine Bali koyasım ve koklayasım var şu aralar.)