Çorak Ülke

        Değerlerin birbirine girdiği bir dönemde, savaşın arasına sıkışmış kalmış bir Avrupa’nın en kavrulmuş haliyle yansıtıldığı eserlerden biridir Çorak Ülke.  T.S Eliot, bu şiirinde, sadece bize o dönemin kargaşasını değil, aynı zamanda insanın ne olduğunu da anlatır. O satırlar karşısında, ‘herhalde bir daha savaş olmaz’ deriz. ‘Herhalde bu yeryüzünde insan denilen yaratık bu kadar şapşallaşmaz, bu kadar hezeyana kapılmaz, kendini bu kadar sistemin içerisine bırakmaz, savrulmaz, vs. Ancak T.S. Eliot, döneminin tüm yazarları gibi bizleri uyarmaya devam eder. Haberler kötüdür: 1. Dünya Savaşı ile 2. Dünya Savaşı arasındaki yitiklik, sadece toprak ve can kaybıyla sınırlı olmayacak, insana ve psikolojisine dair ne varsa lime lime olacaktır. Öyle ki insan, bir daha kolay kolay kendine gelemeyecektir! Bunu sezmiştir Eliot. Kör kahin Tiresias olarak şiirde dolanır durur; insanlığın vurdumduymaz yitikliği karşısında ise çaresizdir.
 
        Onun J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı (The love song of J. Alfred Prufrock) adlı uzun şiiri ise tam da bu insanı tanımlar. İnsan, olsa olsa uçamayan, kanatlarıyla duvara mıhlanmış bir kelebektir. Çorak ülkenin gölgesindeki  kelebekten başka ne beklenebilir zaten? Oysa bir başka şiirinde kelebeğin bir günlük ömrünün sonsuzluğa denk düştüğünü de fısıldamıştır bize T.S. Eliot. O halde bu tutsaklık niye diye sormadan edemeyiz. Niye?
 
***
 
        IKSV’nin Nisan şöleni olan İstanbul Film Festivali’nin filmlerinden biri, tesadüf bu ya, ‘Kelebeğin İzi (The Trace of Butterfly)’ydi. Yönetmenliğini Amal Ramsis, görüntü yönetmenliği ve yapımcılığını Necati Sönmez’in üstlendiği film, Anouar Brahem ve Mohamed Mohsen’in müzikleri eşliğinde bizlere Mısır Devrimi’nin Guevera’sı olarak anılan Mina Daniel’in hüzünlü öyküsünü anlatıyordu. İkisinin de 9 Ekim’de öldürülmüş olması bir tesadüf sayılabilir miydi? İkisinin de yaşamlarını özgürlüğe ve bu uğurdaki mücadeleye kalkan etmeleri?
 
        Mina’nın ablası Mary, bizleri çıkardığı iki yıllık yolculukta, başta kendisi olmak üzere, Mina’nın etrafındaki insanları, özellikle de gençleri nasıl etkilediğini anlatıyordu. Yaşamlarının tutsakları olmayı  gönüllü olarak kabul eden insanların bile isterlerse değişebileceğini ve ‘isterlerse’ içine doğdukları düzeni de, bu ruhla, değiştirebileceklerini söylüyordu. Buna en büyük örnek kendisiydi ablanın. Bir Hristiyan Kıpti olarak yaşadığı yalnızlığın ve itilmişliğin sorgulanmasının önemine vurgu yaparken, diğer insanların hak ve özgürlüklerini savunmaksızın bunun hiçbir işe yaramayacağına dair çok önemli mesajlar veriyordu.

        Mina’nın özlediği hayatı ise, yakın bir Müslüman arkadaşı çok güzel özetliyordu. Eskiden nasıl bir hayat özlüyorsun dediklerinde iyi bir eş, araba, ev, çocuklar gibi şeylerin akıllarına geldiğini oysa Mina’nın hayallerinin bambaşka olduğunu söylüyordu. Sokaklarında çocukların dilenmediği, yoksulluğun olmadığı, halkın  kimilerince soyulmadığı, değerlerin talan edilmediği, barışın ve özgürlüğün esas olduğu bir ülkeyi özlüyordu Mina. Böyle bir dünyanın mümkün olduğuna, Mısır’ın da bunda başı çekebileceğine inanıyordu.
 
        Mina’yı öldürdüler. Şaşırdık mı? Ne yazık ki hayır. Böyle güzel çocuklar, erkenden öldürülür iktidarın, sistemin hortlakları tarafından. Bizde farklı mı oldu? Hayır. Ne çok Mina’mız var bizim de. Ve ne çok sistemin soysuzluğuyla beslenen hortlağımız!
 
        Film Mina’nın telefonla konuşurken taş bir kapıdan geçip, loş bir çarşı içine girmesiyle bitti. Şuna inandık: Oradan Mina canlı çıkacak. Telefonla konuştuğu her kimse onunla buluşacak. Yaşayacak. Özlediği özgürlüğün bir hayal olmadığını anlatmaya devam edecek. Yaşayacak, iz bırakacak.
 
        İnsanlar buna inanmaya başlayıncaya kadar… Ve sonrasında da.
 
***
 
        Neden bu yazıya T.S. Eliot’la başladığıma gelecek olursak: Batılı bir düşünür, İncil’de İsa’nın ‘Ne yaptıklarını bilmiyorlar!’ sözüne referans vererek şöyle demişti: ‘Ne yaptıklarını biliyorlar ve yine yapıyorlar.’
 
        21. yüzyılın insanı tutsaklığını bilmiyor değil; bunca olup bitenlerden, yazılardan, çizilenlerden, kayıplardan, mağduriyetten sonra, o ya da bu şekilde biliyor. Tüm sansürlemelere, tüm elektrik kesintilerine, trafoya dalan kedilere, ekranları kaplayan zırva muhabbetlere, deli saçması argümanlara rağmen biliyor. Ama hâlâ tutsaklığı yeğliyor… Çorak ülkenin hortlakları ise tam da buradan besleniyor zaten.