17/07/2016
Bir ölmek daha var
O da ihtimal mi dersin… (Darbe girişimi gecesinden sonra dilimin sürçmesi diyelim şuna)
***
O havaleli geceyi baştan sona takip edenlerdenim.
Bir yandan da yazışıyordum. Arkadaşlarımın birçoğu, etraflarındaki genç insanların onlara ‘darbe nedir?’ diye sorduğunu belirtiyordu.
İlerleyen saatlerde mavili TRT spikerinin dilinden dökülen ültimatom metninde sıkıyönetim, sokağa çıkma yasağı gibi sözcükleri duyunca işler tümden koptu. İnsanların paralarını çekmek için bankamatiklere koşup kuyruklar oluşturduğu, marketlerin talan edildiği haberlerini, gecenin içinde duygusal sarsıntılarla takip ettim. Derken, devlet erkanının facetime üzerinden halka sesleniş konuşmaları geldi. Ya Allah Ya Bismillah seslerine, selalar, selalara uçak sesleri, uçak seslerine ses bombaları karıştı. Gelen haberler arasında Meclis’in defalarca bombalandığı da vardı. Ve daha neler neler… Bir Kuzey Avrupa insanının beş-on yılda deneyimleyeceği gerilimi yine millet olarak bir gecede deneyimledik! ‘Bir sabah olsa’ duygusunu bir türlü ateşi düşmeyen ağrılı bir hasta gibi, nicedir, bu kadar keskin yaşamamıştım.
***
Sabah olsa! Oysa iş sabahla bitmemişti. Örneğin tanık olduğum 12 Eylül sabahı, sabah mabah değildi! Sahi, genç insanların ‘darbe nedir?’ sorusuna o sabaha nasıl uyandığımız kestirme bir cevap olabilir miydi? Ama bu yetmezdi, biliyorum. O meşum darbe, 12 Eylül, tüm ülkede ilan edilen sıkıyönetim ve ardı arkası kesilmeyen kıyımlar desem de yine de bir şeyler eksik kalırdı. Hukuk sisteminin iflası desem tam olarak anlatabilir miydim o günleri? Hukuk sisteminin sadece ‘iktidardakiler’ için işler hale geldiğini anlatsam? Karanlıktı, desem, özellikle gençler, solcular, öğretmenler, işçiler, Kürtler, Aleviler için çok karanlık? Kendi halinde, vicdanlı insanlar için de elbette…
Tekrar tekrar düşündüm o günleri. İktidarın etrafında öbekleşmiş ve adına ‘demokrasi’ diyerek meydanlarda ‘halka sesleniş’ konuşmaları yapanları ve onların erk cümlelerini hatırlatsam, darbenin ne anlama gelebileceğini kısaca anlatmış olabilir miydim? O dönemin sanatçılarını, bayraklara sarınarak söyledikleri beter şarkıları, darbecinin verdiği şatafatlı balolara iki dirhem bir çekirdek koştura koştura gidip sırf orada görünme ve pay kapma adına kendilerini nasıl ucuzlattıklarını, dönemin darbecisine ‘sayın cumhurbaşkanım sayın cumhurbaşkanım’ diyerek bu sayede nasıl payeler kazandıklarını, ekranları kapladıklarını anlatsam? Eksik kalırdı.
***
Ya halkın ‘öl de ölürüz mantığıyla’ nasıl soluk alıp verdiğinden bahsetsem? Nasıl ispiyoncu bir ruha sahip hale getirildiğini anlatsam? Basının nasıl tek sesli bir hale geldiğini söylesem? İfade özgürlüğü denilenin bir kutu ithal malla karıştırıldığı dönemlere nasıl gebe olduğunu anlatmaya çalışsam darbeyi yeterince anlatmış olabilir miydim? Yok, kafi gelmezdi.
Ya görgüsüz zenginliğin gelecek otuz yılda nasıl prim yapacağına, darbeciye yakınlığıyla bilinenlerin ihaleler yoluyla nasıl üç haftada zengin olacağına tanıklık edeceğimizi anlatsam? Dinin devlet işlerine nasıl alet edileceğinden bahsetsem? Kültürün nasıl kapı dışarı edildiğinden, edileceğinden başlıklar geçsem?
***
Yok, ne desem yetmeyecekti, yetmeyecektir. Zira darbe, sadece bunlar değildi. Bunların çok ötesindeydi. O günleri bilmiyor oluşumuz ya da unutuşumuz, hatta o günleri artık hiç hatırlamayıp yeniden darbelerden medet umar hale gelişimiz biraz da bu yüzdendi. Darbeler bittiği için değil (çünkü onlar o ya da bu şekilde, kılıflarla devam ediyor), akıl yürütme darbe aldığı için. Tam da bu yüzden sapla samanı birbirinden ayıramaz hale geldiğimiz için.