Demokrasi karnemiz

Geçtiğimiz günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) ardı ardına gelen istifalar (her ne kadar daha sonra ekranlara ‘emeklilik başvurusu’ olarak düşse de) her şeye rağmen artık farklı bir sayfa açmış olduğumuzu gösteriyor. Kesinkes teslim etmemiz gerekiyor ki Türkiye değişiyor. Bir ülkenin orduyla kurduğu organik bağın azalması, hafiflemesi, kim ne derse desin o ülkenin demokrasiyle gireceği yüzleşmede önemli bir adım. Bunun için yaşamlarımızdaki güven duygusunun ne olduğuna, nereye odaklandığına kabaca bir bakalım isterseniz. Neden derseniz uzun yıllar güveni ordusunda arayan bir toplumduk. Bu da birçok şeyin ertelenmesine neden oldu. En başta da demokrasinin!

Ancak iş burada bitmiyor, bitecek gibi görünmüyor. Hoşgörüye ve güvene inanan bir toplum olmak için önümüzde çetrefil bir yol var. Bu iki kavramın anahtarı ise tutuculuk ya da statükoculuk değil vicdan ve sağduyu olsa gerek.

Bahçeşehir üniversitesi öğretim üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in öncülüğünde gerçekleşen bir araştırma var: Türkiye Değerler Araştırması. Bu araştırmaya göre kurumlara güven konusunda en kayda değer olan değişme TSK’ya duyulan güvenin azalması. 90’lı yıllarda halkın yüzde 91’i TSK’ya inanıyor. 1996 yılında bu oran yüzde 94’e fırlıyor. 2011’de ise oranın yüzde 75’e düştüğü görülüyor.

Araştırma, son iki yılda hükümete duyulan güvenin TSK’ya duyulan güvenin yerini aldığına, bu arada insanların birbirine duyduğu güveninse ‘birazcık’ arttığına dikkat çekiyor. Bu oran, Kuzey Avrupa ülkelerinde yüzde 70 iken bizde yüzde 15 civarında. Toplum olarak ne yazık ki hâlâ birbirimize güvenmiyoruz, güvensek de çok az güveniyoruz. İşin aslı hemen hepimizin bildiği gibi birbirine güvenmeyişin temelinde yatan çok önemli bir gerçek var, o da kendimize güvenmemek!

Kendine güvenmek yerine kurumlara ve kurumların açacağı eşiklere güvenmenin ardında da yatan böyle bir esas galiba. Diyelim ki TSK’ya güvenmekten vazgeçtik. Bunun yerine ‘bir baba’ arayışıyla hükümete güvenmek de aynı hesaba gelmiyor mu? Ama haksızlık etmeyelim. Araştırmaya göre Türkiye insanı demokrasiye de güveniyor. Ancak soyut düzeyde belirtilen bir tercih bu. İş somut olarak demokrasiden ne anladığımıza gelince, kısaca demokrasi fikri yaşam aşamasına geldiğinde herkesin kafası karışıyor. Araştırma ailenin korunması hususunun bile ‘demokrasi’ olarak tanımlandığını ortaya koyuyor!

Araştırmaki bulgulara göre hoşgörü düzeyinin neredeyse yerlerde süründüğü bir toplumuz. Farklı ırk, din, görüş, cins konusundaki düşüncelerimiz ‘sabit fikirlilik’ boyutunda seyretmekte. Buna bağlı olarak erkek kadın ilişkileri konusunda da çok sorunlu görüşlerimiz var. Tam da burada o hassas konuya, kadına karşı şiddete değinmek farz oluyor. Hal şöyle özetlenebilir: ‘Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor’ görüşüne katılanların oranı 1996’da yüzde 19 iken 2011’de bu oran yüzde 30’a çıkmış. Bazı sonuçlar da bunu pekiştirir nitelikte. çalışan bir annenin çocuklarının zarar göreceği görüşüne yüzde 70 oranında destek var. Erkeklerin kadınlardan daha iyi siyasi lider olduğu görüşüne gelen destek yüzde 71. ‘Ailenin reisi erkek olmalıdır’ diye düşünenlerin oranı yüzde 74. ‘Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor’ sözü yüzde 30’luk bir destek buluyor. ‘Bir erkeğin birden fazla karısının olması kabul edilebilir’ diyenlerin oranı yüzde 23. ‘Kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalıdır’ fikrine sıcak bakanlar yüzde 62. Böyle devam ediyor bulgular. Daha da ilginci bu bulguların kadınlar tarafından da büyük ölçüde benimsenmesi ve içselleştirilmesi.

Tüm bunları değiştirecek bir gelecek hayal edip duralım. örneğin taş gibi yeni bir anayasa yapalım. Ama şunu da akılda tutalım… Biz değişmezsek her şey anında buhar olmaya devam edecek.