Dürüstlük ve para sayma makineleri

Oğlumla Orhan Kemal’in bir öyküsünü konuştuk geçenlerde: Elli Kuruş. Oradaki mesajı, dürüstlüğün, borcuna sadık kalmanın insanı insan yapan gerçek bir meziyet olduğunu; sabahın köründe gazete satarak ailesinin geçimine katkı sağlayan gazeteci oğlanın hayallerini nelerin sarstığını, neye yenik düşüp öldüğünü. Adaletsiz bir dünyanın, özellikle yoksul insanları nasıl vurduğunu konuştuk; öyküde oğlanı kandırmış olanların nasıl evrensel bir ‘kötülüğe’ sahip olduğundan, ‘iyi’ kalabilmenin şartlarının yıllar geçse de hiç değişmeyeceğinden kısa kısa bahsettik.

Ya para sayma makineleri?

Elbette para sayma makinelerinin, yolsuzluk krizlerinin ortasında havaya karışıp buhar olabilecek sözlerdi bunlar. Tıpkı yaşamlarımızı bir arena seyircisi kıvamına taşıyan meslektaşlarımızın yazılarının yanında bu yazdıklarımın buhar olup gitmesi gibi. Ama o yazıların hakkını vermek de lazım. Ne zaman bilgisayarın karşısına geçsem şöyle o tipte, damardan yazılar yazayım istiyorum. Onu bunu hedef göstereyim, şuna çıkışayım, parmak sallayıp hizaya getirmeyi deneyeyim. Olmuyor. Ne zaman böyle düşünsem aklıma meraklı bakışlı çocuklar ve gençler, gevrek ve güzel kahkahalar atan kadınlar, iyi kalpli erkekler düşüyor. Vazgeçiyorum. Zaten gerilmiş bir ülkenin ‘evlatlarıyız’ bizler diyorum. ‘Ve para sayma makinelerinin hükmünün esas alındığı bir ülkeyiz…’

İçi yara ve nefret dolu insanlar

Para sayma makineleri dedim de… Şu aralar bir edebiyatçı olarak sezinlediğim gerçek, içi yara ve nefret dolu insanların oluşturduğu bir yansımadan (yanılsama desem belki daha doğru) ibaret gibi geliyor bana. Bu yanılsamanın bende yarattığı en büyük endişe ise, sonuçlarının kısa vadede Türkiye’ye nelere mal olabileceğidir. Hükümet ve cemaat yanlıları bu ülkenin sadece onlardan ‘var olduğunu’ düşünür bir hâlde yaşamlarımızı ortadan biçip duruyorlar. Dürüstlüğün nasıl bir erdem olduğunu bize sürekli olarak ‘unutturan’ politikalar izlerken toplumumuzu -zaten hatırlama konusunda fireleri olan toplumumuzu- tümden bir akıl tutulmasının eşiğine çekiyorlar. Niyetleri belki bu değil tam olarak ama iğreti maya tutacak gibi görünüyor. Kişisel kanaatim, bunun bizi bekleyen en büyük tehlikelerden biri olduğu yönünde: Akıl tutulması. Ve iş onunla da kalmıyor.

Şu an ülkemizde ‘açıktan açığa’ anayasa ihlalleri yapılıyor ve bunu yine ‘açıktan açığa’ kendi alanı içerisinde sözü geçen herkes başına buyruk bir biçimde karşı tarafa dayatıyor. Ve en beteri, bunu ‘dürüstlük’ sayıyor! Bu sahte algıya destek veren yazılar okuyor, yorumlar dinliyoruz günlerdir. Bir mağdur edebiyatıdır gidiyor yine… Derken Cumhurbaşkanımız ekrana çıkıyor ve ‘her şey yolunda’ diyor.

Ne diyeyim… Orhan Kemal’in gazeteci çocuğunun dürüstlüğünün hâlâ öğreteceği çok şey var hepimize. Umarım o zamana kadar adlarımızı unutacak hâle gelmeyiz.