Edebiyat Seni Söyler Ey Kahraman…

Adam yeni bir kitap yazıyordu. Meşhur değildi pek, ama hayli kızgındı. Kahramanları her kitabında biraz daha sertleşiyordu bu yüzden. Çağın dışına itilmişti yazar. İlk başlardaki en sinameki karakterleri ardı sıra giden kitaplarında azılı sapıklar haline gelmeye başlamıştı bu yüzden. Adam yazardı ve yalnızdı, beyni tarumar. Çokça bir ekose kumaşın çalı çırpıya takılması gibi…Ona “tarihi bir kitap yaz, onlar iş yapıyor, araya da karşılıksız bir aşk koy, ama aşktan kadın değil adam muzdarip olsun ha, buna en çok kadınlar bayılıyor” dediklerinde yılların matematik öğretmeni Kadri öğretmeni kitap mezarından çıkarmaktan, allaya pullaya esaslı ve ukala bir  vakanüvis olarak ortaya koymaktan başka çaresi kalmamıştı küskün yazarın, öfkeli.

Kahramanımız Kadri, herkesin tahmin edebileceği üzere  böyle bir durum karşısında son derece bocalayacaktı. Mizansen gereği bunlara alışık olması gerekiyordu; zira her zamanki gibi karşısında kocaman bir savaş ve sonrası vardı ve bu savaşa ve sonrasına biçilmesi gereken bir neden aranıyordu. Bu arada Kadri’nin uzatmalı sevgilisi bu konularla pek ilgilenmiyor “Kadri, tarih ya da devlet gibi can sıkıcı şeylerle ilgileneceğine daha para getiren şeylerle uğraş, mesela emlakçılık yap” diyordu. Kadri şaşkındı. Derin devletle yakından ilişkiliydi. Geleceği şekillendirmesi anlık işti ama bundan ürküyordu. Belleği, eskiliğinden olsa gerek, olasılıklar denklemi içersinde uğunurken sevgilisinin ev dekorasyonları konusundaki söylevlerini dinlemek durumunda kalıyor, moda hususunda kadının altını çizdiği iç bayıcı renklerle nasıl terütaze bir hayat sağlanabileceği konularındaki vaazlarına kafasını sallamaktan başka çare bulamıyordu.  Dahası göz altındaki morlukların ya da baldırlardaki selülitlerin bir çırpıda nasıl giderileceği hususları… Kadınlar böyleydi işte… Ama bu sadece kadınların suçu sayılamazdı ki. Gerçekten bunun bir tek cevabı vardı: Kahrolsun Kapitalizm… İçimizi kurutmuştu içimizi. (bu satırları yazarken bir sigara yakıp dumanını derin derin içine çekiyordu bizim yazar, netameli) Ahh, bunu demek için de geç kalmıştı Kadri. Pısırık herif. Gölgesinden korkar, bir de utanmadan cesur gibi takılırdı. Dolayısıyla tüm bunları sineye çekmek durumundaydı, çünkü güncesine de yazdığı gibi (bizim asabi yazar kendiyle özdeşleştiriyordu Kadri’yi burada, ama rahmetli Kadri öğretmen olarak, yeni ucube haliyle değil -öğretmenin vakanüvisliğini bir türlü içine sindiremiyordu nedense) şöyle bir devir hakimdi: kimin nerede, ne zaman ve hangi koşullar altında sarf ettiği sözler devridir bu; kısaca kimin ne dediğinin hiçbir önemi yoktu. Nerede, ne zaman ve hangi koşullar…

Bu yüzden hayatının bir parça hava alabilecek delikleri de sonsuza kadar kapanmış gibiydi vakanüvis Kadri’nin. Açıkçası yazar böyle olsun istiyordu. Ukalalık bir kaçıştı her ikisi için de. Ukala Kadri kaybetmeliydi yine de. Bu husus yazarın arzusunun nesnesiydi; bunu deliler gibi düşünüyordu. “Sen misin rahmetli, kökü sağlam Kadri öğretmenin yerine geçen, cüretinin karşılığını bal gibi de ödeyeceksin işte” diyordu.

Bu yüzden “zirveler ve etekleri” toplantısında “Türkiye’den bakıldığında yeni bir Irak yaratılabilir mi” sorusuna heyecanlı ve terli televizyon muhabirinin, “Elbette…Yeni bir Afganistan, yeni bir Pakistan nasıl yaratıldıysa öyle…” stratejik yanıtını ağzında eveleyip gevelemekten öteye gidemeyecekti Kadri. Oysa fok balıklarının yeryüzündeki yürümesini andırır bir yurttaşlık bilgisi diskuru çekmeye nasıl da hazırlamıştı kendini. Bu şaşkaloz halinden ötürü kız arkadaşı da ilgilenmeyecekti kendisiyle bir süre besbelli, sinerjilerinin uyuşmadığı bir mevsim yaşadıkları bahanesiyle.  

“Of” diyecekti vakanüvis Kadri “of…” Ve beş altı bölüm sonraki ölümünü görecekti, yazarın beynindeki. O of demeyecekti de kim diyecekti ki!

“Oh olsun” diyecekti yazar, bedbin ama coşkulu, sadağından okunu çekip çıkarmış avını alt etmiş avcı. “Oh olsun işte..Yaşasın halkların kardeşliği…Kahrolsun yeni dünya düzeni!”

Şu son cümleyi sarf etmesinin işi bozacağını bile bile böyle diyecekti haşin yazar, demode.

Yeni Vicdanımız: Konsept

Dalgın bakışlı olmalıydı yer yer her yer.

Ama para da kazanılmalıydı; öyle parasız falan olmazdı.

Gizem esastı ama ruhumuzun bekaret kemerlerini ele geçirecek kadar değil.