Elimizde kalanlar

‘Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de.’ Tezer Özlü’den alıntılayarak başladığım bu yazıyı, geçmişi ‘unutmak’, ama fena halde ‘unutmak’ üzerine kurulmuş bir toplumda hiç unutulmaması gereken bir noktayı tekrar hatırlatmak için yazıyorum.
Adaletsizlikler
Bir toplumun tek bir yerinde bile adaletsizlik varsa o toplumun adaletsiz bir toplum olduğunu söylemeye gerek bile yok. Ama bakıyorsunuz kimileri için işler pek tıkırında. Türkiye için çizilen tablo, kimileri için pembe güller ülkesi tablosu. Ya adaletsizlik? O da, bu vasat tabloda çok ufak bir detay elbette! Bu, geçen günkü bir imza günü sırasında küçük bir çocuk okurumda rastladığım bir cümlenin de yanından geçiyor aslında. Konuşmanın gelip dayandığı ‘Yoksullar neden yoksuldur?’ sorusuna ‘Allah onları öyle yaratmış’ diye cevap veriyor çocuk. Bu cümleye o kadar inanmış bir biçimde söylüyor ki, bir anlığına duraksıyorum. O zaman diğer soruların cevapları da böyle olacağa benziyor, anlıyorum bunu. (Her şeyin bu noktaya indirgenebilir olmasına bir kez daha hayret ediyorum. Sonra da buna hayret ettiğim için kendime hayret ediyorum, o da ayrı konu!)
‘Bu ülkede kimileri için neden  çok adaletsizlik var?’
‘Allah onları öyle yaratmış.’
‘Kadınlar niye ikinci sınıf vatandaş yerine konuyor?’
‘Allah onları öyle yaratmış.’ 
‘Kimileri neden insanları bu kadar sömürüyor?
‘Allah onları…’
‘Altta kalanın neden canı çıkıyor?’
‘Eee, Allah…’
***
Allah’ın değil resmen insan iradesinin yok saydığı, umursamadığı, görmezden geldiği ve zaman zaman katlettiği insanların Türkiye’sinde, her şeye sünger çeke çeke gidiyoruz. ‘Allah onları öyle yarattı’lar, teröristler, çapulcular… Sistemin işleyişine bak sen hele! Daha da beteri, bu yalanlara çocukların ve gençlerin de inanmasını istiyor bu anlı şanlı işleyiş. Sistem kendi gibi olmayanlara damgaları vura vura gidiyor. 
Hep böyleydi… 30 yıl önce de böyleydi, şimdi de. Sadece cepheler değişti ama mekanizmayı besleyen cümle konusunda değişen hiçbir şey yok: ‘Bana benzemeyen mümkünse yok olsun!’
Sırası geldi yazmakta fayda var:
Unutmamamız gereken bir cumartesi var önümüzde. 25 Ekim Cumartesi, Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları’nın 500. hafta buluşması. 1980’lerde ve 90’larda, dönemin söz sahibi olanlarının, kendi düşünce sistemlerine uymuyor diye gözaltındayken faili meçhullere karışmasına göz yumduğu insanların yakınlarından bahsediyorum.
Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları, bu cumartesi, tam 500. kez Galatasaray’da, saat 12’de bir araya geliyorlar. Ne için? Yakınlarının ‘kemiklerinin’ bulunması için… Ve elbette bunları yapanların ‘adalete’ teslim edilmeleri ve yargılanmaları için.
Peki bunun bizleri ilgilendiren boyutu nedir? 1980 ve 90’lı yıllarda yaşanan gözaltındaki kayıplar, faili meçhuller, bunlar bizlerin utancı. ‘Biz yapmadık ki!’ diyerek kurtulabileceğimiz bir  geçmiş değil bu. Yani ‘bir ülkede bir adaletsizlik varsa o adaletsizlik her yerde vardır’ gerçeğinin dünü, bugünü ve böyle giderse yarını da olacak bir gerçek.
Diyeceksiniz ki geçmiş geçmiştir. 
Hayır. Burada değil! 
 
Ve bugün
Bu ülkede çocuklar ekmek almaya giderken hâlâ öldürülüyor ve üzerine ‘hâlâ’ laf edenler, nasıl bir vicdansa bu artık, kuru gürültüleriyle ortalığı bulandırmaya devam ediyorsa, geçmişte bir şeyi eksik bırakmışız demektir. Sanırım o eksik, geçmişte yaşananlara, yani adaletsizliğe göz yummuş olmamızdan kaynaklı. Bugün o ‘geçmişin’ yanında durabilmemiz demek, şimdilerde yaşanmakta olan adaletsizliklere ‘hayır’ diyebilme imkanını da sunabilir bizlere. Belki bu sayede bizleri gerçekte neyin tutsak ettiğini fark edebilir, kimlerin araçları haline geldiğimizi çözebilir ve özgürlük dediğimizin sorumluluklarını göze alabiliriz.
***
Tezer Özlü ile bitirelim bu yazıyı:
‘En kötü yazgı, sınırları sabırla karşılamaktır.’