Eşit mi?

İki yıl kadar önceydi. Bir panel sonrası. Yanıma bir kadın geldi. Aynı yıllarda üniversitede okumuşuz. üstelik İstanbul üniversitesi’nde. 1980’li yılların inişli çıkışlı dönemlerinde. ‘Mezun olduktan sonra sen mesleğini yapmışsın’ dedi. ‘Ben yapamadım.’

Yaşıtım türbanlı bir kadındı.

Yapamamıştı. Bunu o kadar buruk ve aynı oranda o kadar net bir özgüvenle dillendirmişti ki. Belli ki üzerinde çok düşünmüş, düşünürken bu hususta birçok hayali köprü kurmuş, sonra her bir köprünün altından bir sürü su akıtmıştı. Adına ister gözyaşı deyin, ister zaman, akmıştı bir kez o sular. O sularla birlikte gençliği, geleceğe duyduğu inancı, iki kere aynı suda yıkanılamayacağı da geçip gidivermişti. O zaman sadece bulunduğumuz anda ve yerde değil, Türkiye’de, hatta dünyada eşitliğin ne olduğunu kısa bir süre aklımdan geçirdiğimi hatırlıyorum.

Sonrası mı?

Sonrasında bu kısa buluşmayla ilgili bir öykü yazdım. Vicdanımı filan rahatlatmak adına değil, bunu bilmenizi isterim. çünkü ne zaman mutfağa mahkum -eğlenmek, hoş tariflerle bir o yana bir bu yana neşeyle salınmak için değil de resmen cebre ve hileyle mutfağa mahkum- bırakılmış bir kadın görsem bağrıma tuhaf bir hançer saplanır. Bu hançerin nedeni ise ne sadece feminizmle ilgili okuduklarım ne de hayatın dikine gitmeye meyilli ruhumdur, bilirim bunu. Günümüzde çürük yumurtadan çürük bir hale bürünmüş olan eşitlik fikridir. Bu uğurda ziyan edilmiş ve bir elin tersiyle yok edilmiş yeteneklere sinmiş olan hüzündür. O öyle bir hüzündür ki sadece vicdanınızın sesiyle duyabilirsiniz onu. ötesi boştur.

Bu sesi Meclis’te ‘kadınlar erkeklerle eşit değildir’ diyen bir ses duyamaz.

Bu sesi ‘eşitlik mi dediniz, kadınlar da erkekler gibi askere gitsin o zaman’ diyen ses de duyamaz.

Bu sesi ‘başı açıklar ve başı açık olmayan kadınlar’ diye kendince kutuplara ayıran zihniyet hiç duyamaz.

Bu sesi ‘iyi de çankaya’ya kadar çıktılar’ diyen ses de duyamaz.

‘Müge Hanım böyle diyorsun ama ilkokula türbanlı kızlar gidiyor’ diyenler için de geçerli bu sitemim. Hem bunu diyenlere hem de o küçücük çocukları ‘İslam’ı gerekçe göstererek başörtüsüne sokup okullara gönderenlere.

Bu sesi birbirine koşul geliştirmeden yan yana durabilmeyi göze alanlar duyabilir. Kadının her daim itilip kakılan bir nesne haline getirilmesine gerçekten karşı olanlar. Kadın bedeni üzerinden yaratılan hiçbir politikayı sahici bulmayanlar. Asıl sorunun YöK’ün kurallarında değil YöK’ün kendisinde olduğunu görenler. Son otuz yıldır üniversiteden ve yaşamdan düşünceyi rafa kaldıran zihniyetin ne olduğunu gerçekten sezebilenler.

Son sözüm değerli iktidar sahiplerine: Lütfen bu hoyrat iklimin bedelini kadınlara ödetmekten vazgeçin. Sizin bizleri anlayamayacağınız aşikâr. Bizi bize bırakın artık.