Ethem’in kurşunuyla konuşması

Kaç gündür zihnimde gezdiriyorum hikâyeni. Kalabalığın içinden kanatlanıp gittikten sonra beynindeki o kurşunu ateşleyen polisle çok farklı bir biçimde hesaplaştığını düşünüyorum. Ona bir şeyler anlatıyorsun sen. Ve nedense aklıma bir diyalog düşüyor. Beynindeki boşluğu yaratmış olan o kurşunla, dolayısıyla o kurşunu atan polisle konuştuğunu hayal ediyorum. Duyuyor o bunu. Seni görüyor da. Korkuyor. Arkasını sıvazlayanlara rağmen geceleri kâbuslarında geziniyorsun. Seninse böylesi bir kastın yok; varsa yoksa kurşunun yarattığı boşlukla konuşuyorsun. Sonunda iş yine gelip iradenin ne olduğu sorusunda odaklanıyor.

‘İrade nedir ki bir karmaşa anında?’ diye soruyor sana kurşun.

Kim bilir kaçıncı kezdir soruyor bu soruyu.

Çok serinkanlısın, aşmış, iyice aydınlanmışsın. ‘İrade niyettir aslında’, diyorsun ona. ‘Yeteneğini kullanmak istemelisin ama bilesin ki bu yeteneği istemeden kullanırsan büyük bir zarar verebilirsin kendine, insanlara ve insanlığa.’

Fark nerede?

‘Yani nasıl bir his bu, yani onu kullanmak? İrade varsa vardır. İstemek nedir ki bunun yanında?’ diye soruyor polisin kurşunu. Kafası karışmış bir hâlde. Bunu o sırada rüyasında görüyor polis, hop oturup hop kalkıyor.

‘İstemek, yapmak kadar dizginleyebilmektir de’ diyorsun. ‘Niyetim nedir diye sormalısın kendine.’

‘Bir polis kurşunuyum ben. Benim niyetim ne olabilir ki?’ diye kıs kıs gülmeye başlıyor kurşun. Uyanık olduğunu düşünüyor, seni yendiğini.

‘Uyanıklık kurtarmaz seni, uyanıklık vasat bir duygudur, yapma bunu’ diyorsun. ‘Gerçi niyetin savaşsa, haklısın, elbette. Ama barış olduğunda her şey değişir. Niyetinin barış olması gerekiyor dostum. Niyetinin insanlık olması, yaşam olması. Yaşatmak olması. Niyetin bunlarsa iraden de buna göre işler. Kimsenin kulu kölesi olmadan kendin olarak karar verme gücüne sahip olursun böylelikle.’

‘Hiçbir şey anlamadım ben,’ diyor kurşun. ‘Bana bunlar işlemez!’

‘Düşünce ve hayal gücü kurşuna bile işler’ diyorsun. ‘Dünyanın en büyük güçlerini böyle yabana atma. Onları küçümsersen onlar da seni küçümser ve kaybeden sen olursun.’

‘Hıh…’ diyor kurşun ‘Benim gücüme kim erişebilir ki?’

‘Bu hâlinle senin gücüne herkes erişebilir’ diyorsun. ‘Eline silah alan herkes senin gücüne erişebilir.’

‘Fark nerede o hâlde?’ diye soruyor kurşun anlamak ister gibi.

‘Fark dediğim gibi iradede.’

‘Şu iradeyi bana bir kez daha anlatsana’ diyor kurşun.

Bıkmadan usanmadan, belki yüzüncü kez yine başa dönüp yine anlatıyorsun, hep anlatıyorsun:

‘İrade nedir ki?’

‘Sanki bir kazak örüyorsun, düğüm atıyorsun, ipleri kendine çekiyorsun ya da onları sıkı sıkı tutuyorsun, yeri geldiğinde biraz gevşetiyorsun, dinleniyor, emeğine dönüp bakıyorsun. Kafana göre takılırsan motifi tamamlayamazsın. Kazağı belirleyecek olan iplerle kurduğun ilişki. Yaşam da böyle. Dizginleyicisin. Karar vericisin. İrade budur. Yapabilmek kadar, yapmamayı da tercih etmek. Hareket etmek kadar nerede duracağını da bilmek.’

O ise hiç duymamışçasına ‘İrade nedir ki bir karmaşa anında?’ diye aynı soruyu sormaya devam ediyor… En büyük karmaşanın kendi kurşuni mizacında yattığını söylemenin onda şok etkisi yaratacağını düşünerek cennetin bahçesinde derin derin soluklanıyorsun.

‘İrade,’ diyorsun. ‘İrade, emirlere değil kendine hazır olmak demektir.’