Ey Türk Yaşlısı!

Diyelim bolca zamanımız var.

Karşılıklı oturup kahveler içeriz. Bacak bacak üstüne atar önümüzden geçenleri ağır ağır seyrederiz güya. Tüm bunlar olurken deneyimlerimizi o kısıtlı yaşam diliminin en önemli parçalarıymış gibi anlatırız birbirimize. çok önemliyizdir ha, dolayısıyla yaptığımız işler de çok önemlidir, ona göre!

Bir mahallenin, bir kentin, bir ülkenin, duyabilirsek yaşadığımız dünyanın birçok rengi ve birçok sesi vardır oysa. Ve bu ses ve renkler içersinde anlatılan hikâyeler.

Ancak kulak verirsek, ancak dikkatlice bakarsak duyabileceğimiz, görebileceğimiz detaylar. Ama bunlar için harcayacak özel mi özel bir zamanımız yoktur. Son enerjimizi gündelik politikadan konuşmaya, komşumuzla kavga etmeye, etrafımızla didişmeye, en çok ben haklıyım demeye ayırmışızdır. Bu yoğunluk devam ederken etrafımıza gerçekten bakmaya ise takatimiz kalmamıştır, doğal olarak.

Buna yaşam diyoruz. çocuklarımıza bırakacağımız pejmürde mirasın adı bu. Sen onu dedin ben bunu dedim. Seninkisi ucube, benimkisi gerçek. Seninkisi muhteşem benimkisi rezalet. Onunkisi leş şununkisi mis. Hangi taraftansın çabuk söyle… Bir ergenlik çağı hezeyanı içindeyiz topyekûn! Bu topluma bir dinamizm getiriyor hiç kuşkusuz ama beter olan bir şey var ki bu ergenlik, iki sivilce ile kolay kolay atlatılacağa benzemiyor.

İstanbul’daki bir lisenin açtığı liselerarası bir yarışmada jüri üyelerinden biriydim. On beş on altı yaşındaki genç çocukların yazdıkları karşısında gerçekten üzüntüye kapıldım. Yanlış anlaşılmasın. Dil ve kurgu yetenekleri son derece gelişmiş, dünyayı kavrama potansiyelleri büyüklere taş çıkartacak bir derinlikteydi. Ancak yazılan metinlerin yüzde sekseni intihar temalı ve hüzün yüklüydü. Gençlerle ilgili yapılan anketler ulaşıyor elime bazen. Markaların çok farkında, birbirlerini çok destekleyen genç insanlar topluluğu diyorlar onlar için… Anketlerden çıkarılan sonuçlar bu yönde. Pırıltılı gelecekler sizi bekliyor sınav melekleri, hadi bakalım!

Oysa elime öyküleri ulaşan bu gençlerin yazdıklarında, bulundukları yaşı aşan derin bir hüzün vardı. Kendilerini duymayan, dinlemeyen ebeveynlere, öğretmenlere ve muhtemelen sistemin kendisine sitem ediyorlardı. Derin bir yalnızlık içinde uçuşkan bir sitemdi bu. PR’lardan, reklamlardan, anket sonuçlarından pek anlamam. Ama bu yazılanlar sanatın, edebiyatın mesaj anlamındaki yalan söylemezliğine de iyi bir kanıttı!