Fareler… Ve insanlar

Büyük yazardır John Steinbeck. Büyüklüğü insanı yalın bir biçimde anlatmasındaki maharetinde saklıdır. Sanılmasın ki onun ‘Fareler ve İnsanlar’ kitabına yapılan bu ayıp sadece bizim ülkemizin genelgeçer densizliklerine özgüdür. Yazar bizzat kendi ülkesinde Gazap üzümleri adlı romanıyla da -üstelik ödül kazanmış bir eserdir bu- bir biçimde aforoz edilmiş ve neredeyse yok sayılmıştır. Bu horlanmanın arkasında ise şirketlerin başrol oynadığını hatırlatmakta yarar var. Nihayetinde Gazap üzümleri bir direnişi anlatır ve bu direnişin kahramanları da şirketlerin başındaki insanlar değildir doğal olarak. Bu noktada Gazap üzümleri’ni bir insanlık sınavı olarak okumak yerine sisteme indirilmeye hazır bir tokat biçiminde okumak özel bir yetenek, sakınımlı bir bakış açısı gerektirir. Gelin görün ki insanlık tarihimiz böylesi sakınımlı bakışlarla kendine yol çizmeye çalışıp durur.

Bu noktada ‘peki kim kazanır?’ sorusu ise kazanan her kim olursa olsun (ki o çetrefil, tozlu yolda, uzun vadede hemen her seferinde yazarlar ve kitapları kazanır) sonuçta yazarın da et ve kemikten yapılma bir canlı olduğu gerçeğini göz ardı etmemizi gerektirmez. Emek harcadığınız bir metnin yasaklanması, sansürlenmesi, yok sayılması… Felaket şeylerdir bunlar. Bunun bir insanın ruhunda nasıl bir tahribat yapabileceğini anlamak için sadece yazar olmak mı gerekir? Hiç sanmıyorum.

‘Fareler ve İnsanlar’a getirilen yasağı duyduğum zaman ‘İyi ki Steinbeck yaşamıyordu’ diye içimden geçirdim. Sonrasında ise bu kitaba yapılan haksızlık hakkında düşündüm. Bahane olarak gösterilen sayfaları okudum ve gerekçe olarak gösterilenleri edebiyat ve yaşam arasındaki köprüyü yeniden düşünerek çok ama çok insafsız buldum! Edebiyatın işlevi ahlakçılık değildir, hele okuru, her ne yaşta olursa olsun, bu yönde ‘yoğurmak’ hiç değildir. Milli Eğitim’in ‘genç beyinlere yazık oluyor’ tarzında bir kaygısı varsa bu kaygıyı okutulan edebiyat eserlerinde cımbız avıyla bulmalarını değil, yaşamın içinde bulup, bunlara tavır göstermelerini öneririm. Bu ülkede yüzlerce trajik genç insan öyküsü varken, edebiyat metinlerinden yayılanlarla sentetik bir ‘eyvahlar olsun dünyası’ yaratma kaygısı gütmek, olsa olsa sentetik büyükler yetiştirmek anlamına gelebilir. Sentetik bir dünyada sentetik büyükler yetiştirmek… Ki bu sentetik büyükler kendilerine benzer yasaklar koyarak ‘kopyalama’ işlemlerine devam edebilsinler. Ki burunlarının ucundakileri bile göremesinler. Ki yaşamı bir uydurmaca kaydırmaca gibi algılasınlar, bu algıyı yeni yetişenlere aşılasınlar, ahlağı ahlakçılıkla çözmeye çalışsınlar… Ben ‘Fareler ve İnsanlar’a getirilen yasağı sadece böyle okuyorum! Bu yasağı farklı okuyabilenlere ise diyecek söz bulamıyorum.

Milli Eğitim kadroları yasaklama zihniyetine takılmışlıklarını kitapları bahane ederek örtmeye çalışmaktan vazgeçsin. Açıkça çıkıp ‘kardeşim biz yasakları, yasak koymayı, ahlakçılığı pek seviyoruz,’ desinler. Böylece bizi de bu içler acısı durumları anlamaya çalışmaktan azat etsinler. Bu yapılan ayıptır. Bunun ötesi ise yoktur.

***

Bunları yazma telaşında Şeker Portakalı’na sıra gelmedi. Gelseydi…

İyisi mi ben sizlerle Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Başkanı Ali Fuat Kartal’dan gelen metnin bir bölümünü paylaşayım:

‘Milli Eğitim Bakanlığı bir zamanlar kendi yayınladığı kitapları sansürledi.

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu, ahlaki olmayan bölümler içerdiği gerekçesiyle John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar adlı kitabının bazı bölümlerini sakıncalı buldu.

Oysa sakıncalı bulduğu kitap, 1991 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından üçüncü defa 20 bin adet basılmıştı. Yine aynı kitap 1945 yılında yine aynı Bakanlık tarafından basılarak okullara dağıtılmıştı. Acaba geçen zaman içerisinde MEB, söz konusu kitapları okuyan öğrenciler üzerinde ne gibi travma ve davranış bozuklukları gözlemledi ki 2013 yılında böyle bir tutum, yaklaşım değişikliğine gitti?

21. yüzyılda geldiğimiz nokta şahane.’

***

Katılıyorum. ‘Şahane’ bir noktadayız!