Fotoğraftan biraz sonra: Kürk Mantolu Madonna

Hemen belirteyim onun fotoğrafını çekmedim. Fotoğrafın gerçek anla kaydedilen ana geçişteki o saliselik diliminde deklanşörümün önünden hızla geçip gitti. Belki de ben geçip gittiğini farzediyorum. Onun görüntüsü, unutulması yolunda  belleğin gizli dehlizlere çağrısıydı besbelli ki: Var olduğu anda “yoklar” hanesine yazılmıştı.

Yer D çadırkentinde kadınlara ve çadıriçi emeğe yönelik büyükçe bir çadırın insana umut ve iyimserlik yüklediği bir mekandı.

Küçük kuklalar, bayraklar, yerdeki halılar, danteller, örgüler…

Meraktan, uzaktan geliyor olmaktan, “bak kurtulabilirler işte,” adlı o bilgiç ve devlet patentli paket umuttan nasibimi almakla haşırneşir, eline dantelini almış, depremi ruhen geride bırakmış, aşağıda görmüş olduğunuz dantelli genç kadının fotoğrafını çekiverdim. 

FOTOĞRAF

Evet, işte tamamdı. Oysa o fotoğraftan biraz sonra…

Yüksek topuklu çizmeleriyle D çadırkentinin kadınlar için ayrılmış çadırına girdiği zaman gözlerindeki yoğun hüznü gördüm. Yoğun hüzün ve boşluk. Şimdiye kadar çadırkentler bünyesinde gördüğüm en şık kadındı, en öfkeli olandı. Ağzına geleni hiddetle kustu. Bu küfrün içinde çadırdan sorumlular, danteller, balonlar, halılar, sehpalar ve hatta televizyon vardı. Ben vardım, makinem vardı, ertesi gün ve geleceksizliği vardı.

Ben size bir şeyler anlatmaya geldim. Oysa sizler şimdi git, müsait değiliz, sonra gel, diyorsunuz. Siz beni dinlemiyorsunuz. Ben ve benim gibilerden daha önemli bir şey düşünemiyorum burada. Burada sizler benim için varsınız. İstanbul’dan gelen konuklar, Ankara’dan gelen yetkililer için değil. Allah hepinizin belasını versin.

Bağırdı, bağırdı, bağırdı. Bağrışları gözyaşlarıyla kesilene kadar, başı kürkünün yakalarına düşünceye kadar.

Hiç o kadar soğuk değilken üstünde taşıdığı o kürkü anlamaya çalıştım. Hiç yeri ve zamanı değilken ayaklarına “takıştırmış” olduğu çizmelerini de.

Silüeti Anna Karanina’nın (filmdekine değil ama) okurken kafamda canlandırdığım tipine inanılmaz derecede uyuyordu. Okuyarak görmek hayal ederek görmek gibi bir şeydir, bilen bilir. O görüş asıl görüşten çok daha keskindir de üstelik.

Uyuyacak Prenses Kızın doğumuna gelen diğer perilere benzemeyen ve de Prenses Kıza kötü ya da günümüz mantığıyla sarsıntılı bir hayat dileyenin o olduğunu anlamakta gecikmedim. Hani bir sonraki peri çıkıp o dileği şöyle düzeltmiştir. Evet sarsıntılı bir hayat ama sonrası mutluluk… Zaman içinde hangi perinin daha masum ve dürüst olduğunu anlamamıza asla izin vermez masal. Çok uygun bir yerde kesilir, biter. Oysa şunu görmeyi canı gönülden istemez miydik:

Uyanmış güzel (ki artık Kraliçedir) kocası olan hımbıl ve artık Kral olmuş eski Prense dönüp şöyle der: Beni uyandırmak senin haddine mi düşmüştü, Allahın şişkosu? Uyandık da ne oldu…

İyi ve kötü perilere gelince…Onların hangi tornadan çıkmış olduklarını zaten biliyoruz.

Sarsıntılara ise söyleyecek sözümüz yok. 17 Ağustos, özellikle de kadınlar için onların hayatlarındaki en büyük sarsıntı değildi, buna artık inanalım. Onların yürek ve beyin sarsıntıları devam ediyor.