Gel Tezkere Gel Gel

25 Şubat 2003 tarihinde Meclis’e sunulan 1 Mart tezkeresi Türkiye’yi farklı bir yere oturtmuştu. Evet oylarının fazla çıkmasına rağmen Anayasa’da belirtilen salt çoğunluğa ulaşılamaması Bush yönetiminin ‘Irak! Irak!’ diye nefes nefese terennüm edip durduğu kâbusa siyasi olarak eşlik etmemek anlamına geliyordu. Söz konusu karar özellikle savaş karşıtı insanlar ve elbette Irak’taki sivil halk nezdinde pek kıymetliydi.

O dönemde üç-dört aylığına ABD’ye gitmem gerekmişti. Chicago’daki havaalanının hemen hemen bütün ekranlarından pompalanan savaş ‘gazını’ gördüğümde büyük dehşete düşmüştüm. Dünya sanki Irak’tan önce yokmuş ve ancak Irak’tan sonra yeniden var edilebilecekmiş gibi bir hava esiyordu ortalıkta. Daha sonraki günlerde Türkiyeli olduğumu söylediğimde Ortadoğu üzerine çalışan birkaç insanın gelip beni bizzat tebrik ettiğini de hatırlıyorum. Sırf 1 Mart tezkeresi sayesindeydi bu. ‘Bizim ülkemizin yapamadığını Türkiye yaptı’ diyorlardı. Gerçi daha sonra Irak tantanası esnasında Türkiye’nin CIA uçaklarına bir biçimde ev sahipliği yaptığını, ABD’nin dünya çapında giriştiği Müslüman avına dolaylı olarak destek verdiğini kanıtlarıyla öğrendik ve yine kendimizi o yerde, ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ dediğimiz o yerde, bulduk. Bildiğiniz gibi CIA’nin kiraladığı uçaklar Müslüman zanlıları işkencenin yasaklandığı gelişmiş ülkelerden dolmuş usulü alıyor ve onları işkenceyi meşru kılan diğer Müslüman ülkelere teslim ediyordu. Amaç belliydi: İstihbarat için her yol mübahtır ama mümkünse medeniyete bulaşmasın! Bu medeni uçaklara da teslimat uçakları deniyordu.

Teslimat uçaklarının ayıbı insanlık tarihimize gireli daha on yıl bile olmadı. Şimdi hep birlikte başka bir tezgaha hazırlanıyoruz. Ve elbette adına ‘barış, demokrasi, falan filan’ diyerek bu işe girişmeyi bekliyoruz. Hiç kuşku yok ki Libya konusunda tezkerenin Meclisten geçmesi ‘demokrasi yolunda’ Türkiye’nin Irak’tan farklı bir gerçeği kavramış olduğunu da gösteriyor. Belki artık teslimat uçakları gibi uçaklara ve stratejilere dolaylı destek vermek yerine ‘petrol sipariş uçaklarına’ direkt destek vermek gibisinden asal bir rolü üstlenmek, bölgede aktif olmak, hedeflenen gerçeklerden bir kısmı olabilir. Bu asal rolün ülkemize ne getirip ne götürdüğünü kısa bir zaman içersinde göreceğiz.

Ama bu kadar karamsar olmayalım. Kimbilir belki bu sayede Kaddafi’nin ordusunun tecavüzcü ekibine dur deme şansı ortaya çıkabilir! Belki bu sayede sivil halk zulüm ve yıkımdan kurtulabilir. Belki bu sayede Libya’ya gerçekten barış, demokrasi gelir ve bölgedeki diğer uluslara örnek teşkil eder!

Yani tıpkı Irak’ta tanık olduğumuz gibi! Şimdilerde ABD ordusunun Irak’taki hapishanelerde yarattığı dehşeti ve insanlık ayıplarını ‘yahu ben bunu hangi filmde görmüştüm?’ diye uzak, sisli puslu bir hayal biçiminde hatırlıyor olduğumuz gibi.

Ortadoğu’da kan dökülmesini istemiyorsak hiçbir yerde kan dökmememiz gerekmez mi? Sağa sola hatırlatıp durduğumuz o sözcüğü bir kez daha düşünelim mi? Kısaca On Emir’de dendiği gibi: öLDüRMEYECEKSİN.