Göğe Bakarken

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım (Turgut Uyar)

Hüseyin Aygün’ü 48 saat yaşadık. ülke olarak hop oturduk hop kalktık. Sonra o çıkıp geldi. Sanki Dersim’in dağlarından uzun bir yürüyüşten dönen çok tanıdık yorgun bir yolcu, o haliyle bile göğe bakan, bilgeliği göz kamaştıran insandı. Hem dağdakine hem ovadakine yardım edeceğini söyledi. CHP’nin Kürt politikasındaki yenilikler yönünde ettiği sözleri ise içimize tereddütle karışık bir avuç su serpti. Dersim ve elbette Türkiye bir kez daha kaybetmesin istedik. Hiç değilse bu kez. CHP tabanı hem Kürt hem de Türk gençlerine yaşamı sunmayı bir ilke kabul edebilirse, her şeyin rengi değişebilir. Değişebilir.

Hüseyin Aygün’ün temsil ettiği milletvekili tipinin, bu ülkedeki yaygın inanışın tersine farklı bir profil çizdiğini biliyorduk. Gözlerinde kara gözlükleri ve transformer tipli koruma ordusuyla dolaşan milletvekillerinden değildi o. İşi insan olan, kısacası işini yapan bir vekildi. Meclis’in toplanmamasını üç-dört Mehmet öldü diye haklı göstermeye eğilimli bir zihniyetin pek de algılayamayacağı cinsten bir insanlıktan bahsediyorum. (Ne tuhaf değil mi olur olmaz ihalelere evet demek adına, hele hele binlerce insanın karşı çıktığı kürtaj konusunda Meclis kuralları delebiliyor, geceleri de çalışabiliyor ve aynı gece devleti koruyan yasa-lar çıkarabiliyor da ülkenin tuş olduğu, kan üzerinden yürütülen çirkinliklerin tartışılması ve insanın korunması için toplanmak zül görülebiliyor.)

Enver’in (Aysever’in) coşkusuyla takip ettik Aygün’ü ilk kez canlı yayında. Ne yalan söyleyeyim bir sürü dua ettim, Kadir Gecesi’dir, tutar belki diye. Şu ülkede kimileri kimilerine yaranacak diye kan dökülmesin artık, gençler yaşasın diye. Sanırım bu dualarımda hiç de yalnız değildim ve ben de bazı insanlar gibi, o ara yani, hep birlikte göğe bakalım istedim. Göğe baktığımız zaman, eğer bakabilirsek ne kadar küçük olduğumuzu görmek için. İnsan yaşamının kısıtlı ama son derece değerli bir parça olduğunu o anlık anlayabilmemiz için.

İş burada sonlanabilseydi keşke. Biliyordum ki sonra demeçler girecekti devreye. İntikam duyguları girecekti. Büyük laflar, büyük abiler, Valide Sultanvari cümleler, insanın içini kanırtan iktidarın şatafat yüklü sözleri boy gösterecekti. Kâbus kâbus üstüne, sakillikler sakillikleri, yalakalıklar yalakalıkları takip edecekti.

Ama o an göğe bakmak istedim sadece. Hatta işi ilerletip bir üçüncü gözün gözüyle bakmak istedim bize.

‘Hepiniz buradan aynı gözüküyorsunuz’ diyen o gözün gözlerinden bize baktım. Bu aynılığın içerisinde sürüp giden savaşın-savaşların anlamsızlığına bir kez daha iç geçirerek.

Hiç değilse bir müddet, öylece, yalnız olmadığımı hissederek göğe asılı kalsın istedim dileklerim.

Gerçekten de parlak bir yıldızdı, kaydı gitti. Müşfik Kenter’i de kaybettik.