‘Göğe Yakın Topraklar’

Bora Ercan’ın dilimizde yazılmış ilk Tibet kitabı olan ‘Göğe Yakın Topraklar’ını okuyorum. Tibet deyince zihnimde öncelikle yükseklik duygusu beliriyor. Sonra da sonsuzluk… Ercan’ın ‘rengini arayan tanrıların ülkesi’ Tibet konusunda hoş bir hatırlatması var. Ülkemizde ad ve soyadlara sinen Tibet adından bahsediyor Ercan. İlk olarak aklıma Tibetlerin Tibet’i Kartal Tibet geliyor elbette. Sonra başkaları da… Bu eğilim, bir biçimde bu topraklardaki insanın sonsuzla ilişkilendirilebileceğinin ipucunu da verebilir mi? Öfkeleri, kızgınlıkları, parlamaları, kinle bezenmiş korkuları -ah o eğri büğrü yamulmuş korkuları- bir kenara atıp, böylesi bir sonsuzluk ihtimaline soyunan bir toplum hayalini ‘göze alarak’ başlıyorum yazmaya.

İç sesleri yok mu?

Açıkçası günümüzde her şeye ulaşabilen ya da ulaşabildiğine inanan insanın mutsuzluğuna bir derman olabileceğine inandığım için bu böyle. Hepimize öngörülen sınır buyken, buna karşın sonsuzu görebilen neden korkar ki sorusunun peşine düştüğüm için. Şu aralar bu soruları nedense çokça soruyorum. Sonsuzu görebilmek varken çamur rengi sığ suların içerisinde hayat bulmaya çalışan düşüncelere çokça tanık olduğumdan belki de. Bu düşünceleri üretenler kendilerine nasıl tahammül edebiliyor sorusu sıklıkla kurcalıyor kafamı. Dünya onlara da, düşüncelerine de tahammül edebiliyor, hatta bu düşüncelere sahip çıkabiliyorken üstelik; iyi de onlar kendilerine nasıl dayanabiliyor sorusu yüzünden. ‘Kardeşim resmen saçmalıyorsun!’ demiyor mu iç sesleri onlara? Akşam kafalarını yastığa koyduklarında ‘ya ben amma da zırvalıyorum, ne olacak benim bu kötücül zırva hâllerim’ diye mırıldanmıyorlar mı mesela?

Parçayla bütün

Ercan bu sırada imdadıma yetişiyor. Fotoğraflarla bezeli kitabının arasından insanların ikiye ayrıldığını söylüyor. Beynim aktif bir biçimde, öğretilmiş bir refleksle sıralayıveriyor ikilikleri hemen: Laikçiler, İslamcılar? İnananlar inanmayanlar? Sağcılar solcular? Türkler Kürtler?

Hayır. Ercan farklı bir şey söylüyor:

‘Sonsuzluğunun sınırı olanlar ve olmayanlar.’

Ve diyor ki:

‘Sonsuzluğun içinde ne kadarsan sonsuzluk da senin içinde o kadar olur. Bütünle parçanın arasındaki ayrımın kalktığı yerdir sonsuzluk.’

***

‘Oyunu oynayalım ama güzel oynayalım. Temiz olsun. Daha ilk başta birbirimizin kaval kemiğine girişmeyelim. O kadar uzlaşma noktamız varken hem de’ demiş bu yaz yitirdiklerimiz arasına giren değerli şair Ahmet Erhan, 2007 yılında Radikal’de Teoman’la konuşurken.

Son yıllarda şiire küsmüştü. Galiba insanlara da, az biraz. Aynı röportajda kimseye yaranamadığından bahsediyor. Sahi niye bu kadar acımasız bir toplumuz biz? Neden başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmaya üşenip duruyoruz?

Çok erken gitti Ahmet Erhan. Başımız sağ olsun.