Hatırlamak

“Ama yalnız ellerimi kirli görünce, hatırlıyorum çocuk olduğum günleri” diyordu Amarcord adlı filmin yönetmeni Federico Fellini. Onun gibi bir yönetmenin 50 yaşındayken çocukluğu ile girdiği bir sınavdan bir yetişkin olarak ‘geçmesi’ demekti bu. Hatırlayışın filme yansıyan hali de buydu zaten. Yekpare, bir blok gibi değil de, iyisi, kötüsü, yanlışı, doğrusuyla özel anların tınıları, o anların gelgitiyle dalga dalga, parça parça hatırlamak! Hatırlayış biçiminin kendisiydi çarpıcı olan; geçmişse sadece bir fondu! Doğal olarak kanırtan bir hatırlayış da değildi, gülümseten, yer yer hüzünlendiren ama her daim yüzü yaşama dönük olan bir hatırlayış! Şimdiki zamanıyla bütünleşmiş olan bir de.

***

Geçmiş kadar, yaşamlarımızdaki değerleri paha biçilmez olanların geçip gidişini de böyle mi hatırlarız? Bir çocukluk siluetinde gezinir gibi? Bu soruyu zihnimde canlandıran, Güldal Mumcu’nun kendisiyle yapılan bir röportajda söyledikleri oldu. Mumcu, babasına, eşini çok özlediğini söylemiş bir seferinde. O zamanlar babası henüz sağmış. Demiş ki ‘ölüler özlenmez, hatırlanır.’

Müthiş bir saptama bu! özlemle hatırlamanın, şimdiyle geçmişin arasındaki farkı göstermesi açısından müthiş!

Hatırlananların geçmişle ilgili olduğunu söylüyor bize bu cümle. Geçmişi sağlıklı hatırlayabilir olmanın insanın kalbini dinlendiren bir kıyı olduğunu. Gideni geri getiremezsiniz ama o hatıralara sahip çıkabilirsiniz, ki bunun da adı hatırlamaktır diyor. Hakkını vererek yapabildiğinizde gidenin ruhunuzda bıraktığı acısı da hafifleyebilir!

Ne yazık ki ülkemiz Uğur Mumcu gibi çok sayıda değerli gazeteciyi, aydını faili ‘bellimsi’ meçhuller halkasına ekleyerek bugüne kadar geldi. Bu ‘derin’ bilinir bilinmezlik sadece yitip gidenlerin aileleri açısından değil bir toplum olarak geçmişi sağlıklı bir biçimde hatırlamamıza ve şimdiki zamanımızı irademizle şekillendirmemize, özlemlerimizi yaşamsal kılıp gerçekleştirmemize de sürekli engel oluyor.

Hrant Dink suikastinin sonuçları gibi şimdiki zamanımızın bilinen ‘bilinmezleri’ kamuoyundan yangın vaziyetleriyle sürekli kaçırıldıkça da hatırlama konusunda sorunlu bir toplum olmaya devam edeceğiz. Bu da toplumsal olarak algımızın kaymasına bir halka daha eklemekten öteye gitmiyor, gitmeyecek. Ellerimize baktığımız zaman geçmişin başrolde olduğu, sürekli olarak ne kazandığımızı değil neleri kaybettiğimizi gördüğümüz bir yaşam bize ait bir yaşam olmasa gerek! Ellerine bakmayanlar için de sözüm bakidir.

***

Yazıyı noktaladıktan sonra Yunan yönetmen Theo Angelopoulos’u kaybettiğimizi öğrendim. Onu en çok Balkanlar’ın öyküsünü şiirsel bir dille anlattığı Ulis’in Bakışı (Ulysses’Gaze) filmiyle hatırlıyacağım. Eleni Karaindrou’nun müziğinin eşsizliğinde savaşların eksik olmadığı bir coğrafyanın hüznünü, kırılganlığını ve donukluğunu bizlerle paylaştığı o görkemli filmiyle.