07/01/2018
‘Ne işin var diye sormuşlar arapbülbülüne
Savaştan kaçtım, demiş. Sadece barışta yaşayabiliyorum ben.
Tıpkı filler,
Güvercinler,
Serçeler,
Kelebekler,
Karıncalar,
Zürafalar,
Ya da insanlar gibi…’
Behiç Ak
Bulutlara Şiir Yazan Çocuk’tandı bu satırlar.
‘Bulutlara şiir yazmayı başarabildiğimizde ne olacak peki?’
Bunu soran bronşitli genç arkadaşımın gözlerinden gözlerimi kaçırıp ‘bilmiyorum’ dedim. ‘Daha iyi bir dünya’ demeye dilim varmadı nedense. O ve arkadaşları ise bir güzel heveslenmiş, bulutlara şiir yazma derdindeydiler! Nedense hepsi öksürüyordu şu ara; gelmeyen kış, belki de gelmeyen barış yüzünden. Etraf mikrop doluydu. Bu yüzden bilmiyordum galiba. Mikroplar ne zaman bitecek, savaş iklimi arapbülbüllerini yerinden yurdundan etmeyecek… Öyle ya arapbülbülleri göç etmezdi ki. Çağımızda onlar bile göç ediyordu işte. Savaştan kaçıyordu bütün canlılar. Hal böyleyken silah tüccarlarından başka kim isterdi savaşı ve neden… Bilmiyordum işte, bilmiyordum.
Bereket ‘neden bilmiyorsun’ diye ısrar etmedi bizim öksürük takımı. Öksürük şuruplarına dadanmış bir halde tepemizden geçen zamansız, toki rengindeki ilkbahar bulutlarına bakarak hayal etmeyi sürdürdüler. Gürül gürül öksürerek, acayip tıksırarak çocukluk ateşinin sevdasıyla, hurra devam ettiler. İnsanlığın en romantik dönemi çocukluktu ve aynı çocukluk, apar topar, rüzgarın önüne katılmış bulutlar gibi, oradan oraya savruluyor, hızla eriyip bitiyor, sonra yerini, buharlaşamayan, adına çarpık büyümek (tıpkı çarpık kentleşmede olduğu gibi) diyebileceğimiz sıvı ve katı gerçeklere bırakıyordu. Ne zamandır bulutlara şiir yazmadığımı, şarkılar söylemediğimi o sırada fark ettim ama bozuntuya vermedim.
Tam burada çok ciddi bir şey söyleyecekmiş edasıyla, kısaca bütün büyükler gibi boğazımı ciddiyetle temizledim. Ne de olsa daha önemli işler bekliyordu beni. O esnada Türkiye’de bir sürü şey oluyordu. Bulutlara bakacak, onlara şarkı çığıracak halim yoktu yani. Ne mi yaptım dersiniz? Bazı fotoğraflara baktım. Neler neler gördüm, bir yaşıma daha girdim… Bunlardan biri de Türkiye İhraçatçılar Meclisi’nin (kısaca, afili adıyla TİM) fotoğrafıydı. 2017 yılına ait ihracat rakamları açıklandıktan sonra Türkiye’nin güzide ve erkek ihracatçıları yan yana bir fotoğraf çektirmişti. Bir erkek lisesi kıvamındaki bu fotoğrafta şaşıracak hiçbir şey yoktu aslında. Nicedir bu zoraki erkek lisesi fotoğraflarını (hayatlarında karşılarına bir Mahmut Hoca çıkabilseydi böyle mi olurdu bunlar!) o kadar çok görüyor ve o kadar az şaşırıyorduk ki buna da şaşırmadık. En azından kendini büyükler kategorisinde sayan bir fani olarak ben hiç şaşırmadım! Fakat tam o esnada bir şey oldu. O fotoğraftaki tek kadın (sadece gözleri görünen işkadını desek mi şuna?) nedense hiçbir kalıba uymayan bulutları aklıma getirdi ve al sana dercesine bende bir öksürük krizi yarattı. Bütün erkekler onu kaplamıştı fotoğrafta. Ne can sıkıcı bir fotoğraftı bu! Önüne geçemediğim öksürükler esnasında çeşitli baharatlar denedim elbette. Propolis içtim, zencefil denedim, rezene içtim, içtim de içtim. Öksürük geçmiyordu tarçınları suya attım, karanfillere bulandım, limon suyu dedim başka bir şey demedim. Yok kardeşim öksürük falan geçmedi. Tıbbın her gün ilerliyor olması da işi çözmedi.
Bal gibi bulaşıcı bir hastalığa yakalanmıştım. Çocuklardan geçmişti bana: ‘Başka bir dünya var’ hastalığıydı bu! Kendimi bulutlara bakarken bulduğumda anladım işin aslını! Bulutlara bakıp şiir yazmaya yeltenirken…
‘Hedef tamam sıra rekordaysa’ adlı sansürsüz şiirimi ise işte o zaman yazdım bulutlara. Şikayetin, sitemin, ironinin bini bir para!
Boş yere umutlanmayın, buraya yazmayacağım.
***
Hababam Sınıfı’nın bilge hocası Mahmut Hoca’yı, kıymetli Münir Özkul’u yitirdik.
Hepimizin başı sağ olsun.