Hemen her yerde

Ben, bir tek dev saniye içinde, hem fevkalade, hem korkunç olan milyonlarca eylem gördüm; hiçbiri de beni, hepsi mekânda aynı noktayı kapladıkları hâlde, birbirlerini gölgelememeleri, örtmemeleri kadar etkilemedi. Gözlerimin yakaladığı şey eşzamanlıydı; ama şimdi yazacaklarım zaman içinde sıralanacak, çünkü dil sıralayıcıdır. Ne olursa olsun, hatırlayabildiğim kadarını aktarmayı deneyeceğim: Basamağın arka kısmında, sağa doğru, neredeyse dayanılmaz bir parlaklıkta, gökkuşağının tüm renklerini içeren bir çember gördüm.”

‘Yer’ politikası…

Ünlü Arjantinli yazar Borges 1949 yılında yayınlanan ‘Aleph’ (Elif) adlı öyküsünde kahramanının bir evde rastgeldiği bir sonsuzdan bahseder bize. Ben nedense bu öyküyü ve anlattıklarını içimizdeki evrene eş düşen o büyük denklik olarak hatırlardım. Aslında sonsuzun içimizde olduğunu vb. En azından Edward Soja’yı okuyuncaya kadar… Ve böylece işin daha ötede bir anlam ifade ettiğini fark ettim.

Soja’nın ‘Third Space-Üçüncü Yer’ diye tanımladığı hususa denk düşen tanımlardır Borges’in öyküsünde anlatılanlar. Soja ağırlıklı olarak 1992 yılında Los Angeles’ta Afrika kökenli bir Amerikalı’nın dört polis tarafından darp edilmesiyle meydana gelen olaylardan yola çıkarak yazmıştır kitabını. Borges’in öyküsünde anlatılanlara referans verir ve yeni bir ‘yer’, yeni bir kamusal alandan bahseder bize. Mahkemede suçsuz bulunan polislerin salıverilmesi kenti galeyana getirmiş, yer yerinden oynamış ve insanların altı gün boyunca bu kararı protesto etmeleri yeni bir ‘yer’ politikasını ortaya çıkarmıştır. Soja, Borges’in öyküsünü bu ‘yeni yer’ algısıyla bir kez daha düşünmemizi ister. Algılanan, algılandığı ölçüde yaşanan, tektipleştirilemeyecek, yaratıcı, düşle gerçek arasında inşa edilmiş farklı yeni yaşam yerleridir buralar ve hemen herkesi, her şeyi, her an ve sonsuzca içerirler.

Beklemeye devam

Bu yeni hayat algısını yekpare bir alışkanlığa yaslanarak başlangıç ve son noktası biçiminde görmekse en büyük yanılgılardan biridir galiba. Bir kere başlamayagörsün bu ‘yeni kamusal alan ruhu’, bir biçimde, farklı dinamizmlerle, farklı çehreler ve çıkış noktalarıyla devam eder. Sistemin şiddet uygulayarak bastırmaya çalıştığı, sarıldığı vasat dilin daha da vasatlaştığı ve bu surette susturmaya, baskılamaya, sansürlemeye çalıştığı bu yeni yer ruhu artık hemen her şeye sirayet etmiştir. Bu direniş biçimi adaletsizliklere, aymazlıklara, eşitsizliklere karşı direnebilmenin sonsuzca tekrarlanması riskini taşır.

Her an, her yerde, her şey olabilir!

Hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır artık.

Geçtiğimiz şubat ayındaki Trayvon Martin olayını hatırlamamız buna ilginç bir örnek olsa gerek. Bizlerse, ülkemizde, Gezi Direnişi esnasında yaşamlarını yitirmiş insanlarımız için adalet beklemeye ‘şimdilik’ devam ediyoruz.