Her şey güzelecek

Enver Ercan bu seneki Behçet Necatigil ödülünü ‘Türkçenin Dudaklarısın Sen’ adlı şiir kitabıyla kazandı. ‘Yıllar Sonra Yeniden Şiirle’ diye imzalayıp göndermiş kitabını, eksik olmasın. ‘Her Şey Güzelecek’ kitaptaki şiirlerden biri. Dünya batsa bile hınzır bir şair umudu var o şiirin satırlarında. Kısaca hemen hepimizin ihtiyacı olan bir nefes.

Yine de ben en çok ‘rüyalarını’ sevdim onun. Dağlarca’nın, Oktay Rifat’ın, Sabahattin Kudret’in, Metin Eloğlu’nun, Can Yücel’in evindeki rüyalarını. ‘Rüya bu ya!’ diyerek gerçeklere atfettiğimiz önemin zerresi yok o satırlarda, belki o yüzden.

Oldu olacak Can Yücel’le olan rüyasının bir bölümünü paylaşayım sizlerle:

rüyanın içinden geçip

sokağa çıkıyoruz

yukarda bulutları yanık bir gökyüzü

ben çakırkeyif, o tepeden tırnağa keyif

yuvarlanıyoruz lapa lapa yağan karın üstünde

ta iskeleye kadar

başını kaldırıyor

‘yoksa biz öldük mü enver?’ diyor

göz göze gelince.

Sonra doğrulup oturuyor

Cebini yoklayıp

‘şükürler olsun’ diyor

‘allahtan şişe sağlam duruyor.’

Rüyalar gerçeklerin önüne geçmiş bu şiirlerde. Yakışmış. Zira hepimizin ihtiyacı olan gerçekten de ‘hâlâ bu’. Velhasıl siyah beyaz, şiirin de şiiri bir filmdeymiş gibi okudum o satırları.

***

Geçen hafta seyrettiğim, şair bir kadının yaşamöyküsünü anlatan ve yirminci yüzyılın en çetrefil yıllarının fon oluşturduğu Papusza (Taş Bebek), bir film değil, baştan sona görkemli, siyah beyaz bir şiirdi. Lehçeye çevrilen ilk Roman şairin şiirlerini anlatan, JoannaKos-Krauze ve KrzysztofKrauze’ın yönettiği ‘Taş Bebek’ bu seneki Altın Lale Uluslararası Yarışma Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. Bir fırsatını bulup seyredin mutlaka.

Film ve kitap. Bir yerlerde denk düştüler birbirlerine işte; ‘Senin burnun aşka sürtüldü benimki yirminci yüzyıla!’ derken Enver. Aşk ve yirminci yüzyıl. Al birini vur ötekine!

Velhasıl, şiirin zaman, sınır, konu komşu tanımaz diline öylece bakakaldım.