Hikayeler, hikayeler…

‘Hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu.’
Charles Dickens, İki Şehrin Hikayesi
***
Geçen bir arkadaşım, laf lafı açınca, televizyondaki bir programdan bir alıntı paylaştı benimle. Ekran tam donanımlı. Yok, yok. Teknoloji tam gaz. Adamın kulaklığı var. Sözleri, o söyledikten sonra alttan geçiyor. Dışardan telefon bağlantısı alıyor, anında cevaplıyor. Ve sorulardan biri şu: ‘Cinler evden eşya çalar mı?’
Cinleri bilmem ancak ekranların bizden beyin hücrelerimizi çaldığı kesin!
Bunu bile bile bir kanalın haber programını takip etmeye çalışıyorum. O sırada fanilalı terli bir adam ekrandan geçiyor. Gayriihtiyari, ekrandan geçişine, daha doğrusu ne kadar salına salına geçerse o kadar iyi olur prensibiyle reji odasında kurgulanmış o ‘Cesur Yürek’ erkek hikayesine bakakalıyorum. Adam, o hezeyan fırtınası içersindeki halinden anlayabildiğim kadarıyla erkek kardeşinin (ayrı yaşadığı) karısına kurşunlar yağdırmış, kadın can havliyle korkudan kaçmış. Fanilalı adam kadını aşığıyla yakaladığını defalarca yineliyor ekranda, daha doğrusu kurgunun ayarı bunun temeline oturtulmuş . Dahası kadere cevap verdiğinizde, genel gidişata hayır dediğinizde, evliliğinizi ya da birlikteliğinizi bitirmek istediğinizde bu toplum erkeğinin çoğunun kafasında beliren, ağızda yuvarlanırken bile nefret ve kinle ağdalanan o sözcüğü pelesenk etmiş diline… Söylüyor da söylüyor; o söylerken yasak savmak adına sansür düdüğü duyuluyor ama neyi söylediğini çok iyi anlıyor, biliyoruz.  Sonra beyaz fanilasıyla namus bekçiliği görevinden emin olmamız istenilen bu zat, yani Fanilalı Cesur Yürek, başlıyor ahlak vaazları vermeye.  Böyle kadınlara haddini bildirmek lazımmış vb. Ve son sahne: Polis abilerimiz Cesur Yürek’i tüm kibar ve anlayışlı  halleri ile sakinleştirmeye çalışıyorlar! Ah kerata ah! Tavırları bu. Derken faili Fanilalı olan yaralılar geçiyor önümüzden. Dışardan bakan  birinde uyanması istenilen kanı belli: Hak eden cezasını bulmuştur. Ekran onayını vermiştir: Muhafazakar, ahlak takıntısından önünü göremeyen Türkiye’nin önü, her nasılsa,  bütün ufuklara açıktır. O ufkun neyi içerdiğini kimse bilmez, o ayrı. Önemli olan: Kim tutar seni Türkiye, kim tutar seni artık halleridir.
***
Şimdi bu ekranlardan yansımayacak başka bir hikayeye bakalım: 15 yıllık evliler. 15 yıl boyunca her gün şiddet uyguluyor karısına. Boşanma arifesinde ise olan oluyor. Bildiğimiz o hikaye tekrar gündemde! Tam 43 yerinden, evet yanlış okumadınız, 43 yerinden tornavidayla yaralıyor karısını adam. 
Ama buraya gelene kadar hikaye uzun, neler neler oluyor. Özetleyelim: Maruz kaldığı şiddete karşı susmayarak onlarca kez karakola başvurmuş olan kadın,  iki kez  koruma kararı alınmasını sağlıyor. Kocası 120 gün hapis cezasıyla cezalandırılıyor, ancak bu para cezasına çevriliyor. Kadın, pek çok kadının yaptığı gibi şiddetin son bulacağı umuduyla kocasına şans veriyor ama umduğu olmuyor. Sonunda boşanmaya karar veriyor. Ve bedel: 43 tornavida darbesi.
Ve hemen her seferinde kim kaybediyor bilin bakalım?
Kadın.
Cinlerin evden eşya çalıp çalmayacağını tartışan Türkiye, kadınların hayatından gerçekte nelerin çalındığını, erkekliğin neyin üzerine inşa edildiğini bir türlü tartışamıyor. Tartışsa da nasıl tartıştığı belli. Yine kadın ve bedeni üzerinden ve ahlak normlarıyla! 
Ee, ne de olsa ufkumuz açık. Bunu da en çok medya biliyor ve fiştekliyor ya, insanı asıl hüzünlendiren de bu!