Hitler’e sempati duymak nedir?

Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier’in filmlerini pek severim. Cannes’daki konuşması esnasında sarfettiği sözleri tekrar tekrar okudum ama işin içinden çıkamadım.

Sapla samanın birbirine pek yakın olduğu bilinir. ünlü yönetmenin böyle bir açmazın içine düştüğüne inanmak istiyorum.

çünkü burada ‘herkes istediğini sever’ cümlesi bana yeterli gelmiyor. Söz konusu olan Hitler ya da Mussolini gibi liderler olduğunda, hayır. Hatta buna bütün totaliter rejimlerin liderlerini de katabiliriz. ‘İyi bir lider olmanız iyi bir insan olmanızı gerektirmez’ noktasında da kafam net değil. Liderlik aslında kompleksli bir egonun işi midir? Bir oyun mudur?

Bu tür insanların insanlık adına bir sürü soruyu belirsizlikte bırakarak yeryüzünü terk edip gittiklerini düşünüyorum. Kaldı ki hayaletleriyle yeryüzünde yeni patikaların izini sürmeye devam ettiklerini de biliyoruz. öyle olmasa bugün dünya üzerinde barışı çoktan inşa etmiş, ırkçılık diye bir sorunu çözmüş ve rafa kaldırmıştık.

Bir kere hemen hepimiz için kayda düşülmesi gereken, başta Hitler olmak üzere, bu tür insanların temsil ettikleri rejimleri nasıl yaygınlaştırdıkları. Hiç kuşku yok ki Hitler rejiminin kalbi, bu marazi kalbe bağlı kılcal damarların üzerinden besleniyor, canına can katıyordu. Kendi halindeki insanların farkında olmadan eyleme soktukları şiddet ve bu şiddetin varacağı faşizmden bahsediyorum. Kısacası kötülüğün sıradanlaştırılmasından. ‘Bana amirlerim öyle dediği için yaptım’ noktasından. ‘Büyük patronum bana öyle dediği için!’ Oradaki görev, ödev, iş; adına ne derseniz deyin, asıl oradan yürütüyordu işini sistem. ‘Git şurayı bombala!’, ‘Git şunları sabun yap!’, ‘Git şunları öldür!’

Bunları yapanlar caniler değildi! Hemen hepimiz gibi yaşayan insanlardı. Sabah kahvaltısını ailesiyle yapan, öğle vakti bir düğmeye basmakla yüz kişiyi katleden, bunu da görevinin bir parçası olarak gören, akşam eve gelip yaşamına kaldığı yerden devam eden insanlar,.. Bir yerden sonra ‘Ben ne yapıyorum?’ sorusunu rafa kaldıran ve her koşulda görevini başarıyla sürdürdüğüne inanan faniler. Bugün yaşadıklarımızdan biliyoruz ki yeryüzündeki bu zincir hâlâ kırılabilmiş değil! Bu yüzden de merkezin gücü tepemizde ve biz ona biat ettikçe büyüyor.

Lars Von Trier ‘Dogville’ adlı filminde buna benzer sıradan kötüğü deneysel bir taşra ortamında bize vermiş, kasabalıların uzaklardan gelen kendileri gibi olmayan yabancı kız Nicole Kidman’ı, kendilerine nasıl da hak vere vere katlettiklerini anlatmıştı. O linç ortamını hazırlayan günlük alışkanlıkları, bu gündelik hayattan beslenen taşra gerilimini bizlerle açık seçik paylaşmıştı yönetmen. Hatta tartışmıştı!

Bu ‘sıradanlığı’ ve insanın içindeki ‘kötülüğü’ tartışan bir yönetmenin Hitler’i anlaması ‘anlaşılabilir’. Ona empati duymasını da çözebilirim ama sempati duyması noktasında kafam karışıyor. Diyelim ki Von Trier İsrail’in politikalarını eleştiriyor. Yönetmenin günümüzde Ortadoğu’da yaşanan gerçek bir mağduriyeti eleştirirken insanlık tarihinin en büyük kırılma noktalarından birine referans vermesini ne yazık ki sorunlu buluyorum. çünkü o zaman dünyada yaşanan o zulmü o ya da bu şekilde yeniden üretime sokmuş oluyorsunuz. Bizzat kötüğün sıradanlığını yeniden üretmiş oluyorsunuz, muhtemelen farkında olmadan!

Buysa sanatın kendi ipini çektiği nokta olsa gerek.