Hızlı tren

Ayda bin lirayla geçinen tren yolcuları. İlk sözüm size.

Anadolu ve Ankara’dan vazgeçtim. Sizleri Adapazarı-Haydarpaşa arasında her gün duraklara serpen, sonra aynı cefakârlıkla oralardan toplayan ‘kara tren’ iki yıl boyunca bu hatta işlemeyecek. Sonrasında karası falan da kalmayacak. öyle görünüyor.

öğrencisi, emeklisi, sabit gelirlisi. Hız, Haydarpaşa’ya geliyor! Kemerlerinizi bağlayın.

İki yıl sonra değişen bir kentin insanı olmaya hazırlanın sabit gelirliler. Evde mevde provalar yapın. Hızla birlikte maaşınızda ite kaka ilerleyen ibrelere aldırmaksızın hıza ve hızla gelen güce alışın artık! İnsanı değil yatırımları, yatırımlarla birlikte gelecek olan o yenileşme ruhunu düşünmeyi deneyin.

Reklam panolarında beliren ‘Şu kadarcık saatteki Ankara’yı hayal edin.’ Mutlu yüzler pembe tebessümleriyle sizlere ‘Hadi sabit gelirliler bırakın nazlanmayı mazlanmayı, siz de katılın bu çağdaş projeye!’ derken siz de biraz gülümseyin kardeşim, nedir o karalar bağlamış haller! Ya da hiç değilse bazı milletvekillerimiz gibi yapın. ‘Büyüklerimiz bilir’ deyin. Gözünüzü ufka dikin ve maniaları aşın.

Demek bu hızlı Haydarpaşa işini pek de sormadılar size; şirketlerin kol kanat gerdiği anketlerden falan yapmadılar. ‘İki yıl boyunca hattınızı kapatıyoruz, ne düşünüyorsunuz?’ diye danışmadılar size. Demek sizi kimse ciddiye almadı. O halde sizler de inadına bir anı defteri gibi hatırlayın Haydarpaşa’yı. Hatırlamanın böylesinin geri kafalılık olmadığını bilerek.

Haydarpaşa’yı, iyisiyle kötüsüyle bir anı durağı olarak hatırlamak isteyenler, bu sözüm sizlere.

Sentetik hız, Haydarpaşa’ya geliyor.

Hız sizi sizden alacak-mış. Hazır mısınız bu fikre!

Hızla birlikte zamanın içinde zerrelerinize ayrılmaya hazır mısınız? Ancak ve ancak bir zerre olarak o hızın içinde yer alacağınız fikrine?

Neyse. Bırakalım bunları şimdi. Siz vedalaştınız mı Haydarpaşanızla, ondan haber verin asıl. Gar lokantasıyla, çinileriyle. Aradaki anonslara sinen vapur ve eski insan sesleriyle. Merdivenleriyle, duvarlarıyla. İnsana herkesin kendine ait bir öyküsü olduğunu ama bu öykünün bir diğeriyle tokuşunca önemsizleştiğini fark ettiğiniz o keşmekeşiyle, vedalaşabildiniz mi? Herkesin kendi öyküsünü biriktirdiği o sütunlarla. O sütunlardaki kendi izinizle. Uzun yolculuklara çıktığınız kara trenlerin her türlü sürprize açık biletleriyle. Gişedeki yorgun görevliyle. O biletlerin sizi götüreceği izbe Anadolu duraklarıyla. Gecenin bir vakti vagona dalan satıcısıyla. Ayhan Bozfırat’ın İstasyon’u, Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikayecileri-Bir Rüya’sı, Vüs’at O. Bener’in Kara Treni’yle… Haydarpaşa’daki raylara uzun uzun baktığınız zamanlarda bu öykülerden size çarpanlarla? Birbirini kesen, bölen ve yeniden çoğalan öykülerle? ‘Hızın ne olduğunu bir de bana sor’ diyen Haydarpaşanızla, gençliğinizle, sır ve baskı, ses ve sis, kasvet ve umutla vedalaşabildiniz mi? Dediniz mi kendi Haydarpaşanıza, mırıldanmaya zaman bulabildiniz mi ‘Gidip de dönmemek var be anacığım, dönüp de bulmamak var’ diye.