İdam

Kayseri’deki çocukların haberini aldıktan sonra ülke olarak katılıp kaldık. Pazartesi günü elim yazmaya gitmedi, yazamadım, içimde kabarıp duran dalgaların dinmesini bekledim. ‘Dindi mi ki yazıyorsun?’ diye soracak olursanız, hayır dinmedi. üç gündür önüme çıkan her çocuğun ellerine bakıyorum, ellerindeki boğumlara, o boğumlardaki yumuşaklığa, toyluğa, izsizliğe.

‘Madem böyle düşünüyorsun olayın failinin idam edilmesine de karşı değilsin’ diyebilirsiniz. Hatta birçoğu gibi ülkemizde idam cezası olmadığı için bu tür olayların yaşandığını da iddia edebilirsiniz. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun söylediği gibi toplumsal tatminin bazen gerektiğini de savunabilirsiniz.

Açıkçası idam cezasının bu yaşananlara bir yanıt olduğunu düşünmüyorum. Ateş düştüğü yeri yakar. Buna saygım sonsuz. Hemen hepimizi saran isyan duygusunu da bir şekilde anladığıma inanıyorum. Ancak bu olayın arkasından ‘asacaksın, keseceksin’ gibi sözler sarfedilmesi de son derece düşündürücü. İşin aslı, bu ve buna benzer olguların idam cezasıyla sonlanabileceğine de inanmıyorum. Toplumun bu tür olayların ardından yaşadığı iniş çıkışlardaki gerilimini dengeleyecek olan hukuk kurallarıdır. Bu ise kan dökerek olursa başka bir şiddetin eşiğine geliriz. Hukukun intikam amaçlı ve toplumsal şiddetten yola çıkarak aldığı kararların, kısacası idamın, özünde katillerin, tecavüzcülerin değil bizzat insanın olumsuzlanması olduğunu unutmayalım. Beşer şaşar ama hukuk şaşmamalıdır! İnsan yaşamının ne kadar önemli ve değerli olduğunu toplumsal vicdanımıza yeniden hatırlatabilmesi açısından da şaşmaması gerekir hukukun.

Kaldı ki toplumsal tatmin dediğimiz aslında kaygan zeminde duran bir tanımdır. Bu kaygan zemini daha da kaygan hale getirmek gideni geri getirmeye yetmeyecek, dahası toplumdaki arızanın gerçekten giderilmesine uzun vadede sağlıklı bir katkı sağlamayacaktır. Açık ki insanın doğasındaki sapkınlığa her türlü durumda müdahale etmek her zaman mümkün değil. Bu açıdan yaşanan duruma psikolojik olarak bakmaktan çok toplumsal olarak bakmak daha anlamlı. Ancak bu toplumsallığın adı toplumu tatmin etmek yerine toplumu dönüştürebilmek olmalı. örneğin bu tip olaylara kapı aralaması çok yüksek olan tecavüz vakalarına karşı takınılan tavrı bir hatırlayalım… Tecavüzün caydırıcılığı yönünde sürekli yalpalayan bir ülke konumundayken ‘bu tecavüzcüler de nereden çıktı’ diye sormak abesle iştigal etmek değildir de nedir? Hâlâ tecavüzü kadının geçmişinde arayan insanların ciddi ciddi demeçler verdiği bir toplumda yaşıyoruz. Tecavüz mağduru kadınlar haklarını aradıklarında başvurdukları kurumların çoğu, hastanesi olsun karakolu olsun, onlara deli gözüyle bakıyor. Bütün toplum onlardan susmalarını istiyor. Ensest en büyük yaralarımızdan ama bu da konuşulamıyor. öte yandan toplumun, pedofilinin yani sübyancılığın bir hastalık olduğu konusunda bilgilendirilmesi ve bu hasta kişilerin tedaviye muhtaç olduklarının bilinmesi de çok önemli. Mahkemelerimiz bu hasta insanların düşen davalarıyla dolup taşıyor. Bu arada okullarımızdaki etek boyları ‘namusumuz’, dekolte ‘namussuzluğumuz’, medyadaki ve gündelik yaşamdaki erkek dili ‘gururumuz’ olmaya devam ediyor.

İdam cezasıyla bunların önüne geçebilir miyiz? Maksat kan dökülmesiyse, kurban vermekse, peki tamam. Ama işin köküne inmeden bu işlerin bitmeyeceğini hepimiz biliyoruz.

Zor olanı seçmek ve derine inmek gerekiyor. Belki de sadece yüzleşmek.

Ki gidenler gittikleriyle kalmasınlar.