İkna dilini unutan ülke

Bir ülke varmış. Karşılıklı eşitliğin, böylesi bir eşitliğin yaşamda ne anlama gelebileceği unutulalı çok uzun zaman olmuşmuş.

Hâl böyleyken, belleğin varabileceği derinliklerden de yoksun kalmış bu ülke. İkna dilini yitirmek, herkesin kendine göre tek dille konuşması anlamına geliyormuş çünkü. Herkesin işine geleni hatırladığı bir geçmişle bugün kurulamazmış ama bunu da artık kimsenin umursadığı yokmuş. Hemen herkesin kendi çıkarlarına uygun yarattığı bir geçmiş dilimiyle oluşturulduğuna inanılan belleğe de ‘bellek’ denemezmiş elbette. Ama bunu da artık kimsenin umursadığı yokmuş. Bu yüzden ne ‘bugün’ garantideymiş ne de dün. Hatırlamanın tanımı buymuş, hâlâ hatırlayabilenler için.

Ya unutmak?

O da en az hatırlamak kadar tehdit altındaymış elbette. Doğru dürüst hatırlamayınca doğru dürüst unutmak da mümkün olmuyormuş zira. Herkesin kendine göre hatırladığı bir geçmiş yavan bir şimdiye gebeymiş ya, herkesin kendine göre unuttuğu o geçmişin şimdiye yansıması da o kadar eksik ve güdükmüş.

Ne hatırlayışın ne de unutuşun sağlıklı bir biçimde yaşandığı o ülkede, hemen herkes kendince bir gelecek teğeline tutunmuş o zaman. Ancak ne hazindir ki geleceğin sağlıklı bir biçimde yaratılması için sağlıklı bir şimdiki zamanın elzem olduğunu düşünmek bile istemiyorlarmış.

Bilinen bir şey varmış: Dünyanın ve yaşamın güvenilirliğini yitirmiş olması. Tamam; bu, dünyanın kaçınılmaz yazgısıymış. Ancak şunun da farkına varamıyormuş o ülkedeki insanlar bir türlü: Hayatta kalmalarını sağlayacak olan, sadece kendileriyle tanımlanabilecek kıytırık bir yaşam senaryosu olamaz. Diyelim ki şimdiki zamanın kurgusu bu; ama bununla geleceğe taşınılmaz, böyle bir yalpalamayla, salvoyla gelecek inşa edilemez.

Bilinen ama görmezden gelinen bir şey daha varmış: İnsanlık ‘ya bizden sonrakiler?’ sorusunu içtenlikle, vicdanla ve empatiyle soramadığı, kimi ortak kavramların ihtiva ettiği anlamların artık hiçbir şey ifade edemez hâle getirildiği noktada tıkanır.

O ülke tam da burada tıkanmış.

Sonrası mı?

Ama her şeye karşın burada tıkanıp kalmış olmak, o ülkede yaşayan kimileri için, hâlâ şu soruyu sormaya engel olmuyormuş:

‘Diyelim ki hâl böyle… Yaşamı devam ettirebileceğimiz bir dünyayı bilgelikle, ikna diliyle yeniden yaratmak ve o dünyaya şefkat göstermek, onu geleceğe tam da bu yeni hâliyle bırakmayı hayal etmek o kadar zor mu?’

(Vallahi değilmiş. Masal böyle söylüyor, ben masalın yalancısıyım.)