İnsan sadece kurşunla öldürülmez

Modern düşüncenin ne olduğunu fark etmemize büyük katkıları olan bir düşünürü yitirdik bu hafta: Marshall Berman. Yazar, katı olan her şeyin buharlaştığını savladığı aynı adlı kitabında , (Katı Olan Her şey Buharlaşıyor, çev. Bülent Peker ve Ümit Altuğ, İletişim Yayınevi) eleştirel gözlüklerimizi takıp hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatıyordu bize. Modernliği ve vaatlerini düşünürken, aynı vaatlerin nasıl da sonumuzu getirmeye yazgılı olduğunu, kısacası modern yaşantının aslında, bir nevi, kendi bindiği dalı kesmek anlamına geldiğini söylüyordu. Benzer vaatlerin bütünleştirici bir dünya hevesini, bizleri, nihayetinde acılara, kutuplaşmalara ve parçalanmışlıklara iteleyen manevralar olduğunu tartışıyordu.

Bu yüzden de ‘her şey geride kaldı, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ sözlerinin sadece vasat bir nakarattan ibaret olduğunu, hemen her şeyin, orada, insanı ve hayallerini yıkıma uğratmak için tasarlandığını söylüyordu Berman.

Devletin gençliği!

Yakın bir zamanda, arkadaşlarımla birlikte orta yaş usulü bir yemek yedik. Benim kuşağım 80 darbesinin köklerini köklerimize doladığı bir kuşaktır. İş bir noktadan sonra ‘devletin gençlere karşı sergilediği zalimliğe’ geldi dayandı. Tuhaftır, bir yerden sonra konuşmalar hep burada gelir, durur. İçten içe biliriz ki, söze dökülmemiş gizli bir anlaşmadır bu aramızda, susarız. 12 Eylül’ün tarih kitaplarına giremeyen, bundan böyle girse de başka mağduriyetlerle cilalanarak karşımıza çıkacak gerçek yüzü, o kısacık sessizliğimizde gizlidir. Gençliğimizin üzerine dökülen ölü toprağıdır o an, hatırlayıveririz. O hatırlayışta insanları ölüme mahkûm etmek vardır elbette. Ama şu da vardır: İnsanları sadece kurşunla öldürmezsiniz; onların hayallerini ve yaratıcılıklarını çalarak da öldürebilirsiniz.

Bu talan esnasında devletin elimize tutuşturduğu ‘bütünleştirici’ (ama aslında tamamen ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, militarist) reçetesi ise şudur: ‘Bana tabi ol, gerisini merak etme sen! Sana güzel bir gelecek vaat ediyorum. Tekrarla bakayım: Vatan, millet ve de Sakarya. Aferin!’

Buharlaşamayan gerçek

Bugüne baktığımızda ne görüyoruz peki?

Bir kere çok moderniz! Sürekli olarak bir elimiz yağda bir elimiz balda etkisi uyandıracak laflar uçuşuyor etrafımızda. Şöyleyiz, böyleyiz. O kadar bir ‘şeyiz’ ki komşularımıza bile demokrasi dersi verir hâle gelmiş bulunuyoruz. Başvurulan cümle ise yine aynı: Vatan, millet, Adapazarı… Bu cümlenin etrafında dönense geçmişin aynı ruhudur. O ruhtan havaya karışan, bizim gibi olanlar ve olmayanlar hâlinin meşru kılınmaya çalışılması. Şu an en sıradan sokakta bile soluduğumuz bu ayrımın ve ayrımcılığın farkında olmayan yoktur herhâlde…

Bu arada ifade özgürlüğü adına bir milim yol kat edememiş olduğumuz gerçeği sürekli olarak buhar olmaya mahkûm. Belki bu yüzden ülkemizde hâlâ gençlere bir illetmiş gibi davranılıyor. Dahası ve ‘yine’ yolun baharında yaşamlarını yitiriyorlar. Hâl böyleyken ‘yine’ bir şiddet sarmalının içine hızla sürükleniyoruz. Ortalıkta toz zerreleri gibi uçuşan komplo teorileri arasında bir görünüp bir yok olan gerçek, bir dost ortamında boğazımızda düğümlenen bir cümlenin eşliğinde, yalın bir sessizliğe gömüldüğümüz o kısacık anda karşımızda duruyor. Ne mi o cümle?

‘Biz bu filmi adımız gibi biliyoruz’ diyoruz, ‘biz bu filmi çok seyrettik çok.’