Kadın cinayetlerine dur demek

Dün sıcaktı. Gencecik kadınların ölüm karşısındaki çaresizliği kadar sıcak. Elimde Ayşe Paşalı’nın fotoğrafının yer aldığı pankartla yürüdüm. Terledikçe onun yüzüne baktım. O yüzdeki derin kayboluşu gördükten sonra sıcaktan şikayet ettiğim için utandım. O yüzdeki derin yalnızlıktan, o fotoğrafın çekildiği anda yaşananlardan, o fotoğrafa sinen, hatta o fotoğrafın adı olan gözler altındaki morluk ve şişliklerden. O ve onunla aynı kaderi paylaşan kadınların ellerinin içinden kayıp giden yaşamların özetiydi o morluk ve şişlikler.

Ne yazık ki özet hep aynı sonla bitiyordu. ölüm.

Birçok tanıdık yüz vardı yürüyenler arasında. Kadınlar koşup gelmişti. çok fazla değildik belki. Ama bunun bir yerden sonra pek bir önemi yoktu. Hava sıcaktı, yazın ortasıydı. Sonuç olarak hep birlikte o cehennem sıcağında terledik ve hep birlikte bağırdık: ‘İnadına isyan inadına isyan!’ Bu sesi duyan kimi erkekler de katıldı korteje. Balkonlardan, dükkânlardan alkış tutanlar, el sallayanlar da vardı.

Bu isyan kadın cinayetlerineydi, bu isyan kadınların yaşamlarını gasp eden erkeklerin yarattığı cehennemeydi, bu isyan bu cehennemin devlet eliyle meşru kılınmasınaydı.

Yürüyüş boyunca Vatan Gazetesi’ne sekiz yıl emek vermiş fotoğrafçı Gamze Kutluk’la birlikteydik. Vatan okurları onun güzel fotoğraflarını hatırlayacaklardır. üniversite yıllarından beri tanırız birbirimizi. Gamze’nin dedikleri önemliydi: ‘Müge ya, bir terslik var. Biz bunları çoktan aşmıştık. Ne oldu, arada neyi atladık ki hâlâ bu cinayetler sürüyor ve biz bunları hâlâ protesto etmeye geliyoruz?’

Gerçekten 80’li yıllarda yakalanan o müthiş ivmeye ne olmuştu ki bugün tekrar kadın dayaklarına, daha da önemlisi kadın cinayetlerine tam gaz geri dönmüştük?

Daha vahimi orada kulak misafiri olduğumuz sohbetlerdi. Birtakım kadın örgütleri yaptıkları bölgesel taramalarda kadınları bu yürüyüşe davet etmişlerdi. Kadınlar bu davete gelmeyi reddetmiş ve ‘kimbilir ne yaptılar ki dayağı hak etti bu kadınlar!’ gibisinden yorumlarda bulunmuşlardı.

Bir başka kadın Tünel’e gelirken bindiği bir taksicinin kendisine ‘Abla abartıyorsunuz kadın cinayetleri İstanbul’da olmuyor ki!’ dediğini söylüyor, bizlerden ‘Münevver Karabulut nerede katledildi öyleyse!’ tepkisine çaresizce başını sallıyordu. İçimizden biri ‘kimbilir’ diyordu ‘biz burada yürürken belki başka bir kadın katlediliyordur, Türkiye’ye neler oluyor!’

Haksız sayılmazdı. Gerçekten biz yürürken iki kadının daha katledildiği haberi düşüverecekti ekranlara. Biz bunu bir-iki saat sonra öğrenecek ve bu yazıyı umutla kaleme almak yerine kahır yüklü bir tavırla kelimelere yaslanacaktık.

Yine de bu yürüyüşü gerçekleştiren Kadın Namus Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na içtenlikle teşekkür etmek boynumuzun borcu. Bu konu ne kadar gündemde tutulursa o kadar ses getirecektir. Kıskançlıktan öldürülen kadınların dramı. ‘Tuzluğu geç uzattı, yemeği geç getirdi, kapıyı zamanında açmadı’ diye öldürülen kadınların dramı.

Bu arada bir teşekkürüm de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e. Geçtiğimiz Cuma günü kendisiyle görüştüm. önlerindeki yolun ne kadar çetrefil bir yol olduğunu ve desteğe ihtiyaçları olduklarını belirtti. Ne yazık ki Meclis tatili bu acil konuda alınması gereken kararları yine geciktirecek! Sayın Bakan, sizin de çok iyi tahlil edeceğiniz gibi ülkemizdeki kadın sorununu, kadın cinayetlerini çözebilmemiz için ilk etapta kadına ve onun mağduriyetine gitmemiz gerekiyor. Ve bu cinayetlerde ailelerin kadınların başına ördüğü çorabı ifşa etmek esas. Lütfen namus cinayetlerine karşı alınacak ivedi kararlar için Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırın.

***

Amy de gitti. Bu hafta onu dinleyeceğim. İçimde birikmiş bir sürü kadının sıcak hüznüyle.