Karbonmonoksit

ülkemiz kışa karbonmonoksitle girer. çoğunlukla yoksul, çoğunlukla tek kişilik odalarda gezinen zehirle.

Son olarak, tek odalı bir evde gece sobadan sızan karbonmonoksit gazından zehirlenen 52 yaşında fakir bir kadının dramını okuduk. Hazindi, sonu karbonmonoksitle biten bütün öyküler gibiydi. Tek bir farkla! Onunkisi bir gün içinde iki kere zehirlenmenin öyküsüydü. üstelik ilkinde kurtulmayı başararak!

Nasıl mı? Sabah, zehirlendiğini fark eden yakınları kadını alıp hastaneye götürür. Hastanede tedavisi yapılan kadın tekrar evine döner. İyileşmiş gibidir. Hatta evinde, uykuya dalmadan önce yakınlarıyla birlikte çay bile içer. Ardından dinlenmeye çekilir, biraz kestirecektir. Ne yazık ki bu onun son uykusu olur.

Bir fotoğraf, bir ah vahla akar gider önümüzden kadın. Kendisiyle benzer kaderleri paylaşan diğerleri gibi.

Ne yazık ki ülkemiz, üzerine fukaralığın, umursamazlığın, dikkatsizliğin soğuğu sinmiş kışlarını karbonmonoksitle geçirir. Sönmüş sobalardan ve şofbenlerden sızan zehir, kamuoyu önünde pek de karşılık bulamayan bulanık görüntülerin resmi olmayan, kayıtlara düşmeyen, düşse bile unutulmaya mahkum sessiz, izsiz geçididir.

Uzmanlar, görme bozuklukları, baş ağrısı, mide bulantısı, sürekli uyku hali, zihinde bulanıklık, bilinç kaybı ve benzeri durumların karbonmonoksitle zehirlenmenin belirtileri olduğunu söylüyor. Bir diğer adı ‘sessiz katil’ olan karbonmonoksit, öldürmediği zaman uzun vadede depresyon yaratabiliyor, beyinde ciddi hasarlara yol açabiliyor. Yapısında karbon bulunan gaz yağı, benzin, kömür, odun, doğal gaz gibi yakıtların ‘yanmaması’ sonucunda ortaya çıkan bir zehir bu. Rengi yok, kokusu yok, genelde alerjik bir belirtisi de yok. Ama kurbanları var. Bu bana ülkemizdeki başka bir şeyleri hatırlatıyor ya neyse! üstelik sadece yoksullar da değil bu kurbanlar. Kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk diye kimseyi ayırmıyor. Dahası öyle meslek grupları var ki bunlar direkt karbonmonoksitin hedefi: İtfaiyeciler, çelik endüstrisi çalışanları, boya işlerinde uğraşanlar, otomobil tamircileri hatta trafik polisleri…

Buna rağman böylesi bir sinsi zehire karşı alınabilecek çok sayıda önlem var. Doğal gaz cihazlarının her yıl bakımının yapılması, bu cihazlara yeterli oksijen sağlanması, soba kurarken baca ve soba bağlantılarının uygun bir biçimde kurulması, baca tepmelerine karşı dikkatli olunması, şofbenlerin oksijen yetersizliği durumunda kendiliğinden sönen tiplerinin kullanılması (şofbenlerin mümkünse banyolara değil havadar mekânlara kurulması), kapalı garajlarda motorlu taşıtların uzun süreli çalıştırılmaması, karbon içeren yakıtların kullanıldığı alanlarda elektrik kesintilerinde de çalışabilen karbonmonoksit sensörlerinden yararlanılması. Ve elbette mekânların havalandırılması. Bol bol havalandırılması.

Malum, oksijen ve temiz hava, her eve ve hemen her ruha lazım!

***

‘Sınıf İlişkileri, Sureti Dondurulmuş Bir Resim mi?’ Bağlam Yayınları’ndan çıkan M. Nedim Süalp, Aslı Güneş ve Z. Tül Akbal Süalp tarafından yayına hazırlanmış ilginç bir seçki. Kitap, günümüzde sınıf kavramının edebiyat, sinema gibi birçok alanda nasıl ele alındığını tartışıyor. Sınıf ilişkilerini ve kültürün bu ilişkilere verdiği biçimi yeniden düşünmek için ideal bir çalışma!