Kardeşimiz Hobbitler

“….Gece koyulaştı. Patikadan sessizce yürütülen atların hafif çıtırtıları duyuldu… Yapraklarda belli belirsiz bir kıpırdanma oldu, uzakta bir horoz öttü… Yumuşak fakat ağır bir darbe duyuldu ve kapı titredi…İkinci darbede tahtalar patladı, kilit kırıldı, kapı dağılarak açıldı. Kara şekiller usulca içeri süzüldü. Tam o anda, geceyi dağ tepesinde bir yangın gibi yırtan bir boru sesi duyuldu yakındaki ağaçların arasından: Kalkın! Felaket! Yangın! Düşmanlar! Kalkın!”

***

Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” adlı kitabı fantastik kurgunun gerçeğe, o kaçıp durduğumuz gerçeğe nefes kesecek kadar temas eden bir boyutuydu. Zaten bunu, o eşsiz yapıtına “Bu bir tarih öyküsüdür” diyen yazarı da bizzat onaylıyordu. Canlının  yakarış ve umut dilenişi, çokca kaybedişi ve aynı oranda mücadele etmesiyle son derece sahici bir kurgu vaad ediyordu bizlere bu kitap. O kadar ki sonunda hobbitlerin bulunmasına hemen hiçbirimiz şaşmadık, öyle değil mi?

Yapılan çalışmalar onu gösterdi ki dünyamızda yaşayan tek canlılar bizler değilmişiz… Oysa bunu biliyorduk, Tolkien bunu bize defalarca hatırlatmıştı! Yine de zamana tanıdığımız şanslarımız vardı. Tek olmak istiyor ve dahası teklik fikrinin ortaya koyduğu kibire tapıyorduk. Ve zamanı gelmiş bilim, kurgusunu bir yana bırakarak, “hobbitler burada” diyordu. Bu fikre şimdilik bir ihtimal gözüyle bakılsa da heyecanlanmamak mümkün değil ki! Homo Floresiensis’in açığa çıkardığı başka bir gerçek daha vardı -bu işte büyücü Gandalf’ın parmağı vardı mutlaka- ki köhne iskeletlerin DNA’sından elde edilecek bilgiyle bugüne kadar kabul edilmiş tüm evrim teorilerinin de çürüyeceği söyleniyordu.

Ve dahası: 91 santimetrelik Hobbitlerin seçkin atalarımız Homo Sapiens ile bir dönem birlikte yaşadığını ileri sürmeyi mümkün kılar bulgular da söz konusuydu. Hal böyle olunca, dünyadaki tek canlı fikrinden tamamen vazgeçmemiz ve binlerce yıl önce neler karıştırdığımızı genlerimize sormamızın gerekeceği o nahoş durum ortaya çıkıyordu.

7 milyon yıllık insanlık tarihi, dile kolay! Ne olmuştu Endonezya’da, Flores Adası’nda 18 bin yıl önce, Çağın büyük hadisesinde ya da hadiselerinden birinde? Tolkien’in, o barışı, huzuru ve iyi sürülmüş toprağı çok seven hobbitleri, en çok sevdikleri uğrak yerleri derli toplu, güzelce ekilip biçilmiş kırlık yerler olan bu canlılara, ne olmuştu? Barış ve refah günlerinde mutlu bir halk iken tarihsizlikte -ki buna hayal gücümüz yetmeyebilir- ya da tarihin herhangi bir sayfasında, ne?

İlk kez ayakları üzerinde yürüyebilen Homo Erectus’un akrabaları, insanlar gibi avlanıp taştan aletler yapan sevgili hobbitler, sadece volkanik bir patlama yüzünden mi yok oldunuz sizler?

Yoksa?

Yoksa o kapınıza dayanan düşmanlar, biz Homo Sapiensler miydik, önce şeklen kendine benzemeyenleri yok eden, sonrasında kendi içinde yeni çeşitler yaratma suretiyle dönüp dönüp kendi cinsini lağveden?