Kazanan yok

Herhangi bir kültür ürününün yasaklanmasına karşıyım. Ancak insanların genelgeçer zaafları, yorgunlukları, bilinç ötelemeleri üzerinden oluşturulan temsil alanlarının tehdit edici yanlarına da eleştirel baktığımı söylemeliyim.

Konu Kurtlar Vadisi Filistin’in Almanya’da yasaklanmasından sonra kafamda belirdi. Dizinin verdiği mesajla birlikte temsil ettiklerini de görmek gerçekten çok önemli. Ne yalan söyleyeyim ilk günden itibaren dizinin verdiği mesajdan korkuyorum! Evet kelime bu. Dizinin kendisinden değil; zira bu tür dizilerde ışıkçısından senaristine kadar nasıl bir emek sarf edildiğini bu tür yapımların içinde bizzat yer alan arkadaşlarımdan biliyorum. Dediğim gibi dizinin kendisinden değil, verdiği mesajdan korkuyor ve ürküyorum. ‘O zaman seyretme’ diyebilirsiniz. Ancak bu kadar basit değil. Seyretmesem de verilen mesajı görmezden gelemem zira bu mesaj bir noktadan sonra benim kişisel ‘nayır n’olamaz’ görüşümü aşan ve topluma sirayet eden, kısaca hemen hepimizi ilgilendiren bir kod içeriyor.

Bu korkumun nedeni Türkiye’nin içinde yaşadığı halet-i ruhiyeyle ilgili. Milliyetçiliğin bir kimlik haline getirildiği zamanlardan geçiyoruz. üstelik bu sadece Türkiye’nin sorunu da değil.

Biliyoruz ki dünyadaki küreselleşmenin imalatı olan aidiyetsizliğin ve sınırsızlığın yarattığı çelişki için bir şeyler yapılmalıydı; bunlardan en elzem olanlardan biri de toplumlara asabi milliyetçiliği ‘yeniden’ pompalamaktı. Bunun üzerinden yeniden bir kimlik inşa edilmesi söz konusuydu ki insanlar kendilerini yeniden güvende hissetsinler. Ancak bu tür ‘asabi’ milliyetçiliğin şişede durduğu gibi durmadığının, toplumların giderek birer linç mayası haline geldiğinin (ya da getirildiğinin) kendi gibi olmayan ya da kendine benzemeyen insanları sürekli yok sayma hallerinin ve en beteri, bu türden ‘linç’ hareketinin ‘biz yaptık oldu’ noktasına indirgenmesinin örneklerine sıkça rastlıyoruz. Korunmasız, çaresiz olana saldırma suretiyle elde edilen yırtıcı bir güç bu. Bu gücün en uç noktası ölüm ama linç eyleminin bir sürü katman içerdiğini yakın deneyimlerimizden biliyoruz. Kaldı ki bir de linç sözcüğünün mecazi kullanımları var. Ki bu toplumdaki gerçek linç fikrini gölgeliyor, anlamsızlaştırıyor, onun içindeki gerçek şiddeti görmemizi engelliyor. Tam da burada Tanıl Bora’nın Birikim Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’nin Linç Rejimi” adlı kitabındaki bir cümleyi sizlerle paylaşmak isterim: ‘özel hayatıyla ilgili iftiralara maruz kalan manken veya dizi oyuncusu, medyanın itibardan düşürdüğü herhangi bir kamusal şahsiyet linç edildiğini, yargısız infaza kurban gittiğini söyleyerek tepki gösteriyor. Haksızlığa uğradığını, adaletsizliğe maruz kaldığını söyleyen meşhur egolar gerçek linçlerin kurbanlarına çok zaman nasip olmayan bir duygudaşlıkla karşılanabiliyorlar. Galiba, linç kavramının gerçek bir infial konusu olmamasının bir işaretidir bu.’

Bu açıdan bakıldığında gerçekten linç kavramı gündelikleştiriliyor ve içerdiği sahici şiddet görmezden geliniyor. Oysa bu ‘milli öfke’ ötelemememiz gereken bir sahicilik içermekte. Almanya bu milli öfkeyi yakından etüd etmiş bir toplum. En azından Yahudi soykırımı kurbanlarını anmaya denk düşen bir günde Kurtlar Vadisi Filistin’in gösterime girmesine tam da bu nedenle canlı bir refleks geliştirmiş olabilir. Ancak bu reflekse bakıp sütten çıkmış ak kaşık hallerine bürünmeyelim zira bu milli öfkenin, üstelik şimdiki zamanda bizim toplumuzda da olduğunu saklamaya hacet yok. Bu öfkenin bizi biz olmaktan nasıl alıkoyduğuna tanıklık eden bir sürü kentimiz var ve bunların çoğu da Anadolu’da. Durum gerçekten pek vahim.

Hal böyleyken çok seyredilen popüler kültür ürünlerine düşen, bu milli öfkeyi habire kaşımak mıdır yoksa bir parça zarar etmeyi göze alıp insanca yaşamanın esnek kimliklerle mümkün olabileceği mesajını vermek mi? Keşke ikincisi olsaydı…

Şu soruyu sormayı göze alabilseydi Polat Alemdar ne olurdu sanki: ‘Aşırı milliyetçi, sekter kimliklerle nereye kadar gidebiliriz ?’ Sonra da şöyle cevap verseydi: ‘Ben size söyleyeyim: En fazla başka bir milliyetçiliğin sınırına kadar.’

Kuşkusuz reytingler düşerdi ama belki Türkiye olarak uzun vadede kazanmanın sinyallerinden birini yakalamış olurduk.