‘Kelimeler gözler gibidir en çok onları kaçırırsın insanlardan.’

Kerem Görkem, Aile Fotoğrafı (Sel Yayınevi)

Bugün genç bir meslektaşımın satırlarıyla başlamak istedim. Kerem’i kelimelerini insanlarla buluşturmaya başladığı ilk zamanlarında tanıdım. İyi ki tanımışım. Hayatın içerisindeki incinmelerimizi, o anların bizde bıraktığı burukluğu sessizce, okurunu yaralamadan anlatır Kerem. Yara ne kadar büyük olursa olsun. Onun satırlarını okurken parmağınıza küçük bir kıymık battı sanırsınız, oysa o sırada kahramanınız yıllara yetecek bir yokluğun kuyularına dalıp gitmiştir.
***
Şu ara yaşadıklarımıza bakıyorum. Kendimce, ben de, ‘kelimelerin anlamlarının yittiği bir zaman diliminde yaşamak’ diyorum buna. Örneğin martı diye bir kelimenin peşinden gidiyorum. Yaz, malum. Onları, İstanbul’da daha çok seyrettiğimiz, seslerini daha farklı dinlediğimiz zaman ya, belki o yüzden. Sonra martı, bambaşka bir anlamın içinde buluşuyor bizlerle. Nedir? Kabataş… Deniliyor ki bir martı projesi hayata geçecekmiş. Biz İstanbulluların haberi var mı bundan? Elbette hayır! Bizdeki ‘belediye’nin çoğunlukla halka ulaşma ‘ritüeli’ budur. Halka rağmen halksızlık… Peki bu halksız martı projesi neyi anlatıyor?  Projeyi anlatan şatafatlı kelimelere bakıyorsunuz, sanki cennet yaratılmış da bizim haberimiz yok! Kabataş’tan martıyla Boğaz’a açılacağız… Aradaki ihale kelimesi elbette bu cennetin kelimeleri arasında yok. Talan yok, çiğnenen imar planı yok. Varsa yoksa cennet. Varsa yoksa yeni Türkiye ruhu! Detaylı bilgi için Korhan Gümüş’ün Bianet’teki yazısını okumanızı öneririm. Bir mimarın gözünden martı projesinin ne olup ne olmadığı sakin sakin aktarılıyor:  https://bianet.org/biamag/diger/175945-kabatas-a-marti-bir-mimarlik-urunu-mu
***
Hafta sonu Sapanca Arifiye pazarındayım. Organik çilek aldım, çilek reçeli yapacağım. O sırada başımı kaldırıp bölgenin alametifarikası dağlara bakıyorum. İçimden bir martı uçuyor. Dağ, geçen yıllardaki tırtıklanma ivmesini katlamış, resmen gözle görülmez bir el tarafından delinmiş! Kimden izin alınmış da bunlar yapılmış peki? Çilek satan adama soruyorum dağları. Adam Araplar diyor. Belediye diyor. Para diyor. En son söylediği cümle bütün kelimeleri birbirine bağlayıp beni bulunduğum yere mıhlamaya yetiyor: ‘Benim derdim değil doğacılar düşünsün bana ne.’
İki gündür çilekleri reçel yapmaya elim varmıyor.
***
Radiohead dinleyen genç insanlara saldırıyorlar. Sebep? Sebep, uydurdukça üreyen yeni anlamlı eski kelimeler kıvamında nicedir. Sebep, bu ülkede, nicedir, kelimelerin kaçırıldığı, yutulduğu, yerine aynı kelimelere azgın bir zihniyetin freninin patlamışlığıyla yaftalanan ‘yeni’ anlamlar demek… Korkunç olanı ise, buna birilerinin gerçekten ‘inanıyor’ oluşu… Vay efendim’le başlayan kelimelerle akıllara ziyan bir noktaya itilişimiz.
Yok.
Şeytan’a uymayacağız, kelimelere küsmeyeceğiz.
Kerem’in dediği gibi yapacağız:
‘Hikayelerin de ayakları kayar. Bir hikayenin kaydığı yerden yeni bir hikaye doğar. Hikaye bitmez.’
HİKAYE BİTMEZ.